Kuzguncuk ne anlam ifade eder bilir misiniz?
Efsaneye göre bu eşsiz semtin meşhur bir papazı varmış. Adamcağızın dilediği her şey gerçek olurmuş. Sırf bu özelliğinden dolayı durduk yere günah işleyip günah çıkarma bahanesiyle ondan bir dilek kapmaya çalışanlar bile varmış. Bu semt kadim bir şehir olan İstanbul’un yine en kadim semtlerinden biri olan Kuzguncuktur. Bu şirin görünümlü semtin Arnavut kaldırımlı taş sokaklarında bisiklete binmek veya yürümek oldukça keyiflidir. Hele bir de aşkın elinden tutup hafif bir yağmurda yürüyüş yapılırsa ne harika bir anıya sahip olunur kim bilir? Eminim bu satırları okusaydı “Efendim aşkı bulduk da yağmurlusunu mu arayacağız” diyen de yine Kuzguncuk’la özleşen Can Yücel olurdu. Hüsnü zanda bulunmak istemem ama henüz ufak bir çocukken kendisiyle tanışmış, ondan çok korktuğumdan yanından dolanarak geçsem bile saygı da kusur etmemiş ve günü geldiğinde bir mezatta satışa sunulan “Sevgi Duvarı” isimli şiir kitabını çok şükür alabilmiştim.
Çok şükür diyorum çünkü ısrarla fiyat yükselten adam koskoca İstanbul’un belediye başkanıydı. Öyle kolay mı efendim adamın elinden kitabı kapmak? Zaten hayatımdaki ilk mezat tecrübemdi. Ne yol, ne de yordam bilmiyorum o güne kadar. Elimizdeki tabelayı kaldırdıkça fiyat yükseliyor. O kadar ısrar ettim ki en sonunda “kimmiş yahu bu kitabı bu kadar isteyen” diyerek dönüp bana baktı. E haliyle ahali de bana baktı. Ben de “ağanın eli tutulmaz başkanım da biz de Kuzguncuğun delikanlısıyız. Can ağabeyin kitabını mezatta da kimseye kaptırmayız” dedim. Dedim ama bir yandan da bıraksın artık şu kitabı da daha fazla fiyatı artmasın diye iç geçiriyordum. Çok şükür bir kere daha fiyat yükseltip sonunda benim teklifin üzerine ses etmedi de alabildim kitabı.
Tabi papazın bu konularla ne alakası var. Öyle ya bu kadim şehrin kadim semtini anlatmaya çabalarken papazın duasının kuvvetinden dem vurmuştum. Papaz efendi iyi dileklerde bulanabildiği gibi beddua da edebiliyormuş. Günün birinde neye sinirlenmiş de etmiş orası karışık ama bir beddua etmiş ve “Kuzguncuğa bir kez adımını atan ömür boyu vazgeçemesin buradan” demiş.
Denemesi bedava, eğer Kuzguncuk’a hiç gitmeyen varsa buyursun bir kere ziyaret etsin. Suyundan içmenize de gerek yok nefes alıp yürüseniz yeter. Aman diyeyim büyüsüne fazla kapılmayın. Zaten şöyle kısa bir tur attığınızda Kilise, Sinagog ve Caminin neredeyse bir arada diyebileceğimiz şekilde olduğunu görüp dünyada Mescidi Aksa’dan sonra böyle bir durumun olduğu başka bir semt olmadığını anlayıp ilk büyü alanına girmiş olacaksınız. Can Yücel’i, beni elimden tutup meşhur Çınaraltı’nda deniz kenarında gezdiren Çokoprens teyzemle, Kuzguncuk’un ablası Viktorya teyzeyi tanıma şansınız olsaydı eğer, eminim ruhunuzdan seken tozlar o eşsiz büyüye çoktan karışırdı. Yani yine karışabilir elbette ama ne zaman nerede hangi anılarla harmanlanır bilemem.
Bu arada kiminin iyi bir dilek kiminin de kötü bir lanet olarak nitelediği Papaz’ın bedduasını etkisiz kılanlardan biri olduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Evet artık Kuzguncuk’un önünden bile geçmiyorum. Batan geminin malları gibi kayıp aşk,ibadet, dostluk, kavga ve sarhoşluklarım trajik bir şekilde son buldu. Ama Kuzguncuk hikayeleri arasında de yerini aldı. Gören, duyan derken dedikodularda anlatılır oldu. Hatta beni bilenler bu işin ardını bırakmayıp muhakkak bir şey yapacağımı söylemekle yetinmeyip bir de üstüne beni bazen taksici kılığında bazen de bir kafede çayımı yudumlarken gördüklerini dile getiriyorlar. Belki de Viktorya teyzemin Sinagogdaki cenaze töreninden sonra mezarlığa hiç gitmemeli ve yüzüne toprak serpiştirenlerden olmamalıydım. Sanırım o öldüğünde benim için de kuzguncuk ölmeliydi.
O gün kuzguncuk benim için ölmedi ama sonrasında yaşadığım trajediyle bedenimi olmasa da ruhumu Perihan Abla’nın sokağında gömüverdim. Şayet o meşhur dizinin çekildiği evin karşısında bulunan minik parktaki salıncakta halen daha sallanan çocukluğum ve teyzeciğimin eşsiz gülüşü olmasaydı belki de Yenigün Sokak başka bir bedenin mezarına ev sahipliği yapabilirdi. O itin bir ruhu olmadığından ve bedeni de bir baltaya sap olamadığından zaten mezar taşını da hak etmiyordu. Sanırım “itin hatırı yoksa bile sahibinin hatırı var” kontenjanından faydalanıp işediği cami duvarının mutlak akıbetini yaşamaktan başka şansı yoktu. Her ne kadar bazen “papazın bedduasına karşı konulmaz oraya geri dön ve baba parası olmadan iki adım atamayacak, kadınlar ve çocukların yanında bir delikanlıya saldıranın akıbetinden hiç haberi olmayan iti ibreti alem olsun diye oracıkta infaz et” diyen ruhumun tehlikeli tarafının haykırışını duysam da pek kulak asmıyorum. Kuzguncuk papazının bedduası kuvvetli de camisinin duvarı mı güçsüz? Belki de onca köpeğin bu semtte neden cami duvarına işemediğini bilseydiniz ne demek istediğim daha iyi anlaşılırdı.
Kuzguncuk Semavi dinlerin mabet ve ritüellerinin iç içe geçtiği eşsiz semtlerden biri olduğu için adak adamak ya da kurban vermek de alışa gelmiş durumlar oluyor. Alışagelmedik olan ise mahalleliden birinin ruhunu kurban edip papazın bedduasını işlevsiz hale getirmesiydi.
Kuzguncuk’ta yaşarsanız iziniz kalır. Misafir olarak uğrarsanız da müdavimi olursunuz. Denizi mavi, gökyüzü aydınlık olsa bile herkesin mavi ve aydınlık tonu farklılık gösterir. Kısacası bakılan ile görülen farklıdır.
Bedenimle olmasa bile ruhumla Çınaraltı’nda halen elimden tutan Çokoprens teyzemle dolaşıyor, bazen tek başıma çayımı içiyor, salıncaktan zıplayarak inip aman fazla terleme ve kola içme o iyi bir şey değil diyen teyzeme gıgımdan koklatıp öptürüyor, öpüyor ve ödül olarak gelen ayranımı büyük bir iştahla içiyorum. Biraz büyüdüğümde mavili de biramı yudumlayıp denize atlıyor, Balaban’dan çıkıyor ve yine Kuzguncuk’a yürüyüp yeni bir bira açıp denizde yüzdüğünü sananlarla alay ediyorum içten içe ve diyorum ki; “burası boğazın en akıntılı olduğu yer. Kuzguncuk! Burada yüzemezsiniz sadece suya atlar ve akıntıya kapılıp gidersiniz. Balaban’dan çıkamazsan, yüzdüm diye sevinir ve sonunda Harem’e kadar sürüklendiğini anlarsın” Şarapçıların ilginç muhabbetleri ruhumun kulaklarını tırmalamaya başladığında müptezellerin içtikleri otun dumanı da zihnimi bulandırmya başladığında hemen Mavili’den ayrılır ve gün doğumunu kaçırmamak için Kayıkhaneye geçerim. Sabah olur ruhuma güneş doğar ve bedenimin olduğu yatakta uyanırım. Yaşananlar anı, yaşanmaması gerekenler hayal kırıklığı der ve Sevgi Duvarı’nı elime alıp “Can ağabeyden bugün ne varmış” diye rastgele bir sayfa açar ve bakarım…
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi
Bu arada Kuzguncuk; “hapishane kapılarındaki demir parmaklıklı, küçük pencere” demektir. Benim açımdan çok mantıklı. Papazın bedduasına mazhar olanlar bile benimle aynı fikirde olabilir. Demir parmaklıklı küçük bir pencereden ne farkı var ki bu dünyanın? En azından Sarayburnu dururken Kadıköy’e yerleşenlere kör muamelesi yapanlar, Kuzguncuktan baktıklarında boğazın eşsiz manzarasını gördüklerinde dillerini ısırmayı öğrenmişlerdir.