love-couple

 

 Cahil insanlar kendilerini mükemmel görmeye zeki insanlar ise yeteneklerini hafife almaya eğilimlidirler.

-Albert Einstein

                                                                                                                                                                                                                                            
Çanakkale’de  vatani görevini yaparken tanıştığı biricik aşkı Hayriye ile evlenen ağabeyinin her zaman yanında olan küçük Balamir için hayat bambaşka bir hal alıyordu. Çünkü aralarında beş yaş olmasına rağmen futbolda takım arkadaşı, bisiklet ve masa tenisi gibi birçok alanda partneri olan en yakın dostuyla artık evleri ayrılıyordu.

Babasızlığın zorluğunu bilen bu iki kardeşin sarsılmaz bağları bu evlilikten sonra adeta çatırdamaya başlayacaktı. Bizim küçük Balamir oldukça tez canlı ve haksızlığa tahammül edememesi ile etraftakiler tarafından sinirlendirilmesi oldukça kolay bir yapıya sahipti. Haksızlık karşısında bırakın sessiz kalmayı, adeta çarşıyı pazara katarak öfkesini hissettiriyordu. Balamir’i en iyi bilen ağabeyi ne yazık ki Hayriye hanıma da çocukcağızın bu özelliğini çoktan yansıtmıştı.

Ailecek bir araya gelindiğinde iğneli sözleri delikanlılığa yeni adım atan Balamir için sabır zorlayıcı durumlara sebep olabiliyordu. Her ne olursa olsun ağabeyinin biricik eşiydi ve ne sevgisini ne de saygısını asla esirgemiyordu.

Bu arada iki kardeş de koyu Fenerbahçe taraftarıydı. Abisi evlenmeden önce maçlara birlikte giderlerdi ve çok keyif alırlardı. Tabi evlendikten sonra artık bu maç keyifleri son bulmuştu.

Balamir hem okuyup hem de çalışan bir çocuktu. Mahallede çocukluğundan beri çalışmadığı esnaf kalmamıştı. Her yaz tatilinde Balamir’i transfer etmek isteyen esnaflar annesinden ricacı olurlardı. Artık Balamir büyümüş ve mahallenin DVD’cisi olan Ayhan abinin dükkanından sorumlu olmayı tercih etmişti. Hem sayısız film izliyor hem de mahalleliye film tavsiyelerinde bulunuyordu. Müşterilerin çoğu ondan tavsiye almak için dükkâna geliyorlardı. Kısacası mahallenin film yorumcusu olmuştu.

Fenerbahçe ve Galatasaray’ın derbisinin olduğu bir gün, ağabeyi eşiyle birlikte Balamirlere misafirliğe gelmişti. Artık Balamir evin reisiydi ve apartman zilinde onun adı yazıyordu. Ağabeyinin geleceğini öğrenen Balamir yine koyu bir Fenerbahçeli olan Ayhan abisiyle ilk yarı dükkânda durup, ikinci yarı da evde olmak için sözleşmişti. Ağabeyine bu durumu söylemişti ama bu efsane maçı elbette birlikte izlemek için can atıyordu. Abisi evden canlı yayın yapar gibi sürekli mesaj atıyordu Balamir’e. Sonunda “otuz beş metreden Pierre Van Hooijdonk gol attı oğlum hadi gel be” diye mesaj atınca Balamir de “Ayhan abi bak sakın gecikme! Yoksa kapar dükkânı giderim” diye mesaj atmıştı. Neyse ki Ayhan abisi sözünü tutup ilk yarı biter bitmez geldi ve bizimki de koşa koşa eve gitti. Zaten ne olduysa o koşturmadan sonra oldu. Belki de hayatını, kaderini ve ruhunu bile şekillendiren tez canlılık o gün son bulacaktı.

Balamir apartman kapısına geldi ve anahtarı dükkânda unuttuğu için ismini yazılı olduğu zile bastı. Yengesi kim o? Dedi ve Balamir’de maçı abisiyle izlemek için heyecanla “benim” dedi. Otomatiğe basıldı, kapı açıldı ve asansörle beşinci kata basıp çıktı. Asansörden kapıya koşarak geldi ve kapının aralık olduğunu görünce kapıyı biraz ittirip içeri girmek için hamle yaptı. Bir anda kapı sert bir şekilde üzerine geldi Balamir’in. “dur dur” diye gelen sese elinin kapıya sıkışmasından daha çok öfkelenmişti. Aynı hızda o da kapıyı ittirdi. “Ne oluyor be” dedi ve yengesi “saçım açık geri zekalı” diye bağırdı. Balamir da şaşkınlıkla “iyi be bana ne senin saçından salak” diye yanıt verdi.

Balamir o yaşına kadar hep ananesinde büyümüştü. Onların öyle bir bağı vardı ki, Balamir havale geçirecek kadar ateşlense iğne, serum ve hiçbir ilaç ananesinin köftesi ve salatası kadar iyileştirmezdi onu. Keza ananesi de hastalansa hemen Balamir yetişir, sarılır, öper ve yaşlı kadın iyileşirdi.

O gün anane de misafirdi ve hemen Balamir’i alıp odasına götürüp elini öpüp sakinleştirmeye çalışıyordu. Derken abisi sert bir şekilde kapıyı açarak odaya girdi. “Ne oluyor lan” dedi.

Balamir ise” abicim bir şey yok elim kapıya sıkıştı birazdan gelirim içeri” dedi.

Abisi çok öfkeliydi.

-“hayır hayır ne oldu? ne oldu?” diye yineledi.

-“Abicim bir şey yok geç sen geliyorum birazdan”

-“lan sen benim karımın yüzüne kapıyı nasıl vurursun”

-“abi ne vurması. Saçmalama!”

-“lan bırak gördüm ben”

-“Abi sana yazıklar olsun be! Vurmadım ve senin oturduğun yerden böyle bir şey olsa bile görme şansın yok. Yazıklar olsun sana. Nasıl inanırsın? Bak kendi evime gelirken kapı üzerime kapatıldı. Saçı açıksa açık bana ne? Hem ben senin kardeşin değil miyim? Saçını görsem ne olacak manyak mısın?

Deyince, abisi evin içinde tekme, tokat ve yumruklarla saldırmaya başladı. Balamir lisanslı boksördü ve tüm ataklar karşısında adeta dans ediyordu. Bir yandan kaçıyor bir yandan da tekme ve yumrukları savuşturuyordu. Artık kaçacak bir yeri de kalmamıştı Balamir’in. En son mutfakta buzdolabının önünde sıkıştırmıştı abisi. Yumruğu tam gözünün önünde gören Balamir ani bir refleksle aparkatını çıkarmış ve abisini kroki pozisyonuna düşürmüştü.

Baktı olacak gibi değil hemen ayakkabıları eline alıp yalın ayak beş kat aşağı inmişti. Aynı hızda ananesi de onunla inmişti aşağıya kadar. Kapının önünde ananesi Balamir’i yakaladı ve “Balamirim, yavrum aman dur sen uyma ona” diyordu. O esnada beşinci kattan kendini atmaya çalışan Hayriye hanımı alt komşusuyla birlikte annesi de tutmaya çalıyordu. Diğer camdan abisi seni “öldüreceğim lan” diye elini sallayarak bağırıyordu.

İşler öyle anlamsız bir hal almıştı ki tüm mahalle camlardan bu saçma durumu izliyordu. Kadının biri başka bir apartmanın camından Balamir’e “şerefsiz” diye bağırınca Balamir de “sen ne diyorsun be? Ne bildin de bana küfrediyorsun” diye haykırdı. Kadın hemen camı kapatıp, perdeyi çekip içeri kaçtı.

Balamir an itibariyle mahalleli tarafından Hayriye hanımın sırf saçını gördü diye sapık olarak damgalanmıştı. Üzerinde atleti ve pijamasıyla ananesinden sıyrılıp koşmaya başladı. Doğup büyüdüğü mahallede yalın ayak koşuyordu. İlk aklına gelen DVD ci dükkanına, Ayhan abisine gitti. O da bu halini görünce “ne oldu Balamir, dur sakin ol” dese de Balamir artık kendinde değil gibiydi. “Bana par ver abi” dedi anlamsızca. Ayhan abisi de al oğlum ne lazımsa demeye kalmadı Balamir bir hamleyle kasanın çekmecesini açıp para almaya çalıştı. Aldığı paraların tamamını da dükkândan dışarı çıkarken elinden bıraktı ve caddeden sokağa doğru gelen arabanın üzerine doğru koşmaya başladı. Arabanın şoförünün gözleri bu canına susamış genç karşısında fal taşı gibi açılmış ve frene basmıştı ama çoktan çarpışma olmuştu bile.

Balamir önce kaputa sonra tavana ve ardından asfalta çarparak ancak durabilmişti. Onu tanıyan tüm esnaf büyük bir panikle başına toplandı. Yardım etmek için canhıraş çaba içine girdiler. Neticede herkesin bildiği çalışkan ve tez canlı küçük Balamir’di o. Bir anda kendine gelen Balamir yine koşmaya başladı.

Kozyatağı e-5’e kadar durmadan koştu. Artık otobandaydı ve içinden bir ses “dur” diğer bir ses “koş koş zaten herkes seni sapık biliyor” diğer bir ses de “öl ulan öl” diye bağırıyor ve tüm bu sesler karşısında tepki vermeden yürümeye devam ediyordu.

Bir anda bardaktan boşalırcasına yağmur yağmaya başlamıştı.

Araçlar için görüş mesafesi çok düşüktü ve ilk araba kornaya basarak Balamir’i sıyırıp geçti. Sonraki araç kayarak son anda durdu ve dörtlüsünü yakarak diğer araçların da yavaşlamasını sağladı. Aracın şoförü büyük bir hışımla araçtan inip Balamir’e doğru koşmaya başladı. Balamir da durup önüne dökülen saçlarının arasından üzerine doğru koşan adama sadece baktı. Şoförün yanındaki kişi “abi gel gel gidelim boş ver. Manyak bu, baksana canına susamış. Ayağında ayakkabısı yok üzerinde atlet, kesin bu deli” diyerek araca binip uzaklaştılar.

Balamir içinden “biri beni durdursun” diye haykırıyordu ama bu sesi bir tek kendisi işitiyordu.

Emniyet müdürlüğüne kadar yürüdü ve nöbet tutan polise bakmaya başladı. Polisten tek beklentisi onu zapturapt altına almasıydı ama garibim memur da ürküp kulübesine girip kapıyı kapattı. Bu andan sonra biraz daha yürüyen Balamir çöp tenekesinin yanına çömerek hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Yağmurla birlikte salya sümük olmuş ve ne yapacağını bilemez halde katıla katıla ağlarken Ayhan abisi onu buldu ve hemen kendi evine götürerek kıyafetleriyle birlikte sıcak su dolu küvete soktu.

Ayhan’ın eşi hemşireydi ve sakinleştirici iğne yapmıştı Balamir’e. Sabah uyandığında ağlayan misafirlerine ilk sarılan Ayhan’ın hemşire eşi olmuştu. Hiç tanımadığı, hiçbir akrabalığı olmayan, saçı açık, gönlü güzel hemşire Selin Balamir’e sarılınca, Balamir bir anda sustu ve olayı merak eden Ayhan abisiyle eşine anlatmaya başladı. İyi ki de anlattı ve bir nebze rahatladı.

Ama, sanki evden çıkan bir ceset ya da mahallelinin suçsuz yere taşladığı masum bir çocuk olarak damgalanmış gibi hissediyordu. Olaydan sonra Hayriye Hanım ve eşi özür beklediklerini. Namahrem diye bir gerçeğin inançlarının gereği olduğunu savunup durdular.

Aradan yıllar geçti. Hayriye hanım bir partinin yöneticisi ile tokalaştığı fotoğrafı herkese açık bir şekilde sosyal medyada paylaştı ve bir şekilde Balamir’in önüne düştü bu fotoğraf.

Hemen abisini aradı Balamir ve şunları söyledi… “Ulan senin karın bir tek bize mi namahrem? Partinin yöneticisi ile tokalaşmış bir de herkese açık olarak paylaşmış. Sizin benim ruhumla, inancımla oynamaya ne hakkınız vardı lan? Şirketi Hayriye diye yazı yazıp milleti uyandırmak mı lazım?” deyince abisi de “sana ne lan. İstediği ile tokalaşır. Seni de kimseyi de ilgilendirmez” diyerek yanıt verir ve benim karıma “Şirketi Hayriye diyemezsin! Orospu diyemezsin” der ve tanıyan herkese eşine orospu dediğini anlatır. Yani Şirketi Hayriye demek abisinin dilinde Orospu demekmiş…

Balamir’e bu durumu soranlara da şöyle yanıt veriyordu: Şimdi orospuluk nedir inanın bilemiyorum ama namahrem nedir ne değildir çok iyi öğrendim. Makam ve mevki için elin adamının elini sıkmak serbest ama saçını öz kardeşin görmesi namahremdir diye biliyorum. Bu yüzden benim için Şirketi Hayriye sanıldığı gibi sadece yandan çarklı vapurlarıyla ünlü ve sonunda hürriyetin simgelerinden biri olan tarihi bir işletme değil, cehaletin ve bize ait olmayan kültürlerin Türk aile yapısına din diye itelenmesinin vücut bulmuş halidir.

Balamir tüm bu yaşananlardan sonra hayatına tek bir amaç için devam eti. Siyaset bahanesiyle insanların inançlarını çıkarına göre şekillendiren ve absürtlükleri normalleştirenlerin güç kaynağına dönüşen cehalet ile savaşmaya adamıştı. Savaştı ama halen daha hangi cephede? Belli değil. Bir rivayete göre başta siyasetçiler olmak üzere devletin tüm mekanizmalarını denetleyebilen sistemleri geliştiriyormuş. Tabi rivayet bu…

Abisi ve yengesi de siyasetçilerin kayığında yolculuklarına devam ettiler.

Tüm bu olayların en yakın tanıklarından biri olarak ben de Balamir’i hatalı buluyorum. Saçının bir telini göstermemek için kapıyı üzerine kapatan yengesine öfkelenmek büyük bir hataydı. Abisi de üzerine yürüdüğünde hiç kaçmadan dayağını efendi gibi yeseydi boş yere mahallede sapık olarak anılmayacaktı. Evin reisi olmak kim sen kim be kerkenez? Hem, sana saçını göstermeyen istediği ile tokalaşır. Sa-na-ne? Yapacak bir şey yok tüm suç senin be çocuk. Kaderim buymuş diyerek ses etmeyecektin.

Neticede Omurga nedir? Kimlerde bulunur? gibi sorularla muhatap olacak yaşta olmadığın belliymiş be çocuk…

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Tags : çanakkale köylerkıblesi şaşmışlarmünafık nedirnamahremnamahrem hikayesinamahrem nedirşirketi hayriyeşirketi hayriye hikayesi
grey

The author grey

Leave a Response