Rahmetli çok iyi yazardı…
Meğer deneysel çalışmalara kurban edilmiş de haberimiz yokmuş.
Belki de kaç can “Vatan sana canım feda” seslendirmeleri arasında böyle gitti kim bilir?
Aaa… sanırım kimin bildiğini veya kimin bu sorulara yanıt bulabileceğini biliyorum. Ama bunun için önce yazmam gerek. Yazmak demişken…
Yazmak için eskiden tek bir el gerekirken şimdi klavyenin üzerinde gezen iki ele ihtiyaç var. Ellerim benden önce mi yaşlandı yoksa D vitamini elden vücuda yayılır derken fazla mı güneşte bıraktık bilemiyorum ama bu genç yaşta çok yıprandık diyebileceğim yaşı da çoktan geçmişim. Hatta rahmetlinin müşkül bir arkadaşı “oğlum rahmetliyi de beni de ibret al bak! Ayrıca Cahit Sıtkı Tarancı’nın yaş 35 şiirini okumanı tavsiye ederim” demişti.
Yazmak ne güzel işmiş arkadaş… Özlüyor insan. Rüyalar, Kabuslar derken yazdıkça insanın yazası geliyor…
Bırakalım bu sınırlı miktardaki enerjiyi kasvetli işlerde kullanmayı da… pardon, kasvetli yazılarda harcamayı da, işe yarar bir şeyler yazalım ama… Malum, zaten el sakat, kafa gidik, yürek desen zaten bedeviler yuva yapmış. Azıcık beynimiz çalışıyor onu da üç beş hayduta peşkeş çekip de iyiden iyiye kafayı yemiş dedirtme ahaliye…
Aman… Bıktım bu ahali ne der afralarından da iyiden iyiye… Rahmetli gibi zamanında alamadık ki notlarımızı teker teker. İlk aşkından hayali aşkına kadar mı yazmış bilemiyorum ama pek bir boşa harcamış zekasını. Neticede ortada insanlığa mal olan bir icat da yok ama neyse, sınırsız enerji iddiasındaki pil bize miras kaldı diyelim.
Ah şu dünyada bir parça toprak bir de döşek olsun diyenler yok mu? Onlar mı mahvetti yoksa içimizden akan suların kuru dudakları ıslatan çeşmelerini?
Okuyan da bu ne biçim yazı? Ne saçma bir yazı? boşuna vakit harcadık…demese bari
Haydi başka bir yazıya diyerek tek tuşla yazılarımızı geçiştirebildiği ve hatta engelleyebildiği bir çağdayız demesin! Aman dikkat edelim de okunası bir yazı olsun bari…
Malum bu devirde daha çok yazı yazarız diyenlerin, yazılarda seviştikleri cümlelere meşk ettik ne var ki? diyen hancıların, daha onurlu hallerde para kazananlara ahkam kesmesi normal karşılanır oldu. Hele bir de kimi aydınlattığı belli olmayan sokak lambaları var ama o konuya hiç girmeyelim, maazallah işine geleni kapı içeri, işine gelmeyeni kapı dışarı eden hayvan severlerin birine mahkum olacak kurbağaya dönüştürülmeyi de, prensesin öpüşüne mazhar olup prens olmayı da kaldıramayız zannımca.
Dünya tarihi boyunca yaşanan savaşlar şekil değiştirmenin eşiğinde diyorlar. Bence o eşiği çoktan geçtik. İş öyle bir hal almış ki, vatan savunması diye bugün var yarın yok olan insanları sanal mecralarda savunmak büyük iş olmuş. Tabi hangi yöntemle diye sorarsanız, insan zekasının algılayabildiği kadar yöntemle demekten başka bir çaremiz de yok.
Çağımızın yeni silahı olan siber saldırılara bilerek veya bilmeyerek dahil olanların ön göremediği çok iş var aslında. Ama bu işleri havalı geçiş sistemlerini aşıp masasında kahvesini yudumlayıp genç, yaşlı, çoluk, çocuk demeden gözüne kestirdiğini “nasıl avlarım” diye bakanlara bırakmışlar işte.
Kazım Karabekir Paşanın “askerlerini iyi sevk edemeyen ve işgüzarlığından askerlerin telef olmasına sebep olup toplumu kargaşaya sürükleyen hallerin mimarına zamanında dediği gibi; Kabahat dünyadan haberi olmayan tüfekçilikten yetişme Abdi Bey’e o vazifeyi verende!.. Daha büyüğü de bu gibi adamları layık olmadıkları bu makamlara çıkaranlarındır. Cümlesi, günümüzde pek bir değişiklik olmadığını da gözler önüne serdi sanki…
Gerçi, Hz. Ali’nin ismini duymuş cin misali, Kazım Karabekir’in ismini duyunca şekilden şekile giren vatan hainlerini de gördük ya neyse…
Şimdilerde “Fetih’e işgal “ diyenlere, bak nasıl da ellerini havaya açtırıp Allah kelamı ettirdik, bak canlı yayında Fetih dedirttik, içte ve dışta bulunan tüm düşmanların da sevinçlerini kursakta bıraktık” gibi sözlerle ilmi siyaset reklamı yapmak moda olmuş, biz de Kazım Karabekir diyoruz…
Daha güzel isimler var bu dönemlerde revaçta olan ama ne haddimize sultanım deyip geri çekilmek daha makul bir tavır.
Siber savaşın temeli bilgi çalmaya dayalıdır aslında. Hem zaten bilgi çalmak için teknolojiyi kullanma fikri yeni değil. Kimileri 1834’te Fransız iki kardeşten kimileri de 1. Dünya savaşındaki şifreli telgrafları çözmekten bahseder hep. Yani, hackerlik hep haydutlukla eşdeğer görülmüş, görülmeye de devam ediyor. 1981’de Captain Zap lakaplı Ian Murphy Amerikalı bir Telekom şirketinin fatura hesaplarında yaptığı ufak değişiklik nedeniyle Robin Hood olacağım derken hapsi boyladığında isminin tarihe geçeceğini biliyor muydu bilemem ama bizim memlekette koca koca insanların şu girdiğim porno site kayıtlarını sil diye ufak çocuklara iş yaptırmaları da çok acı değil mi be?
Çok sık denk geldiğimiz ve artık şaşmadığımız birbirinden ilginç hikayelerin ya kahramanları ya da filmin konusu şeklinde algılanan Siber Güvenlik’te ne haldeyiz? Bilen var mı? ABD savunma bakanlığına ait bilgisayarlarda bulunan arka kapıları sormuyorum. Ülkemizde özel ve kamu sektörlerinde kullanılan bilgisayarların ve yerlere göklere sığdırılamayacak kadar alkışlanan insanların aslında hangi amaca hizmet ettiklerini, bugün şakşakçılıktan elleri patlamayanların yarın çocuklarının dijital şantaja maruz kaldığında nereleri patlar bilemem ama dünyanın hızla dönmeye devam ettiği ve bilgi çalmayı, bilgiye erişim gücüne sahip olmakla biraz da tanrıcılığa soyunmayı, aşkta ve işte bu erişim gücünü kullanmayı, bilgi üretmek, mümkünse hiçbir şeye soyunmamak, erişim gücünü aşkına ve işine katkı sağlamak için kullanmak olarak güncellemenin vakti çoktan geldi ve geçiyor.
Bazıları yeteneklerini sınamayı sever bazıları da hayalindeki salatalığı tuzlamayı sever. Kimi tezgahtan ufak bir badem alır yer kimi de akademik çalışmalarla kalitesini ispat etmeye çalıştığı kocaman bademi yetiştirip yemeyi tercih eder.
Neyse ki Amerika’da yaşayan bir siyahi değiliz de birileri gelip boğazımıza saatlerce basıp bizleri nefessiz bırakmıyor diye şükret diyenler olabilir. Hep söylerim şükür de biat da yalnız ve yalnız Allah’a.
Siber kahinlik kavramının ön plana çıkıp çıkmayacağını, Siber dünyanın kahinlikle alakalı olup olmadığını ben bilemem. Tek bildiğim yazı yazmayı çok özlediğimdir. Karalamak değil ama bakın yazmak. Karalamak yazmaktan çok daha kolay ve çok daha kazançlı.
Şimdi ne yazdık da faydası görüldü ki?
Bunca satır okuyucuyu ne diye boşuna yorarsın be adam diye biri çıkıp sövse yeridir belki de. Ama dedik ya en başta, insan zekası algılayabildiği kadardır. Kimin algısıyla kimin zekasına ne düşer bilemeyiz elbet…
Ne diyelim robotlar da yazar be gülüm…