Genel

Sensizliğin Sessizliğinde…

12

Yorgun olduğu yüz hatlarından belli olan bir kadın, apartmanın bahçesinde oynayan çocukların arasından süzülerek giriş katta bulunan daireden içeriye baktı. Bahçede oynayan 9 yaşında olan Caner, buyur ablacım nereye baktın? dedi. Evladım, kiralık ev bakıyorum. Burası kiralık mı? diye sordu. siz mi yaşayacaksınız? Evet oğlum torunumla beraber kalacağım bir ev arıyorum dediğinde Caner’in de ananesiyle yaşadığı gerçeği ile birden isminin İlknur olduğunu öğrendiği kadına, haydi gel ablacım beni takip et. Seni Alişan ağabeyimle tanıştırayım. Merak etme sakın, eşi de kendisi de beni çok severler. Ben seni sevdim abla burada komşu oluruz. İstersen torununa derslerinde yardımcı olurum. Alişan ağabeyime evi size vermesi için ricada bulunacağım. Beni asla kırmaz demesi gecikmedi.

Caner’in anne ve babası arasında geçen sorunlarda Alişan ağabeyinin ve eşinin, Caner’in annesini bir kardeş gibi sahiplenmelerinin oldukça farkındaydı. Zaten farkındalığı çok yüksek olan bir çocuktu. Alişan, bir çok defa Caner’in mahallede açtığı tezgahta sattığı oyuncaklar için finansör olmuştu. Caner’de bayramlarda ilk Alişan ağabeyine gider ve onunla koca iki adam gibi sohbet etmeye bayılırdı. Alişan hiç sıkılmadan Caner’i dinler ve tavsiyelerde bulunurdu.

Alişan’ın 2. kızı dünyaya geldiğinde yine aynı sokakta bulunan başka bir binaya taşınmışlardı ve Caner’in yeni komşuları da İlknur hanımlar olacaktı.

Alişan ile İlknur’u tanıştıran Caner’in mahallede bir çok sorumluluğu vardı. Hem oyunlar oynayacaktı arkadaşlarıyla hemde mahallenin eczanesinde çıraklık yapacaktı. Tüm bunlarla beraber aile olarak kabul ettiği kim varsa, onlara yardım etmek adına da üstüne vazife olmayan ama çok yakışan yardım severliğine devam edecekti.

Yıllar geçti, zaman su gibi akarken Caner büyüdü ve kendi yuvasını kurmaya kalktı. Ancak aşırı duygusal olan Caner’in kısa süren mutluluğu sonrası eski enerjik ve üzerine vazife olmayan ama ona çok yakışan özüne geri dönememişti. Hatta eşine ve annesine attığı mesajda “Onurumu sayenizde üzerime giyemiyor ve sırt çantama yüklediğim onurumla sizlere veda ediyorum. Onurunu çantasına taşımaya mahkum edilen bir genç olarak beraat etmeyi bekleyeceğim ” diyordu.

Aradan geçen onca yıl içerisinde Alişan ağabeyinin geçirdiği rahatsızlıktan sebep, beyin fonksiyonlarında meydana gelen tahribat nedeniyle ağır ameliyatlar geçirmişti. Bir çok defa Caner, Alişan’ı ziyaret etmiş ve ne Caner Alişan’ı o halde görmeye dayanabiliyor nede Alişan bu halde görünmekten memnun olabiliyordu ama ikisi bir araya geldiklerinde çok eğleniyor ve gülüyorlardı. Derken o acı haberi Caner’e annesi telefonda haber veriyordu. “Oğlum Alişan Ağabeyini kaybettik” Apar topar cenaze evine gittiklerinde Caner’in boğazı düğüm düğüm olmuş bir halde sessizce olan biteni izliyordu. üç tane güzeller güzeli kızları yetim kalmıştı ama onlar herkesten daha dik bir vaziyette taziyeye gelenlere pilav ve helva veriyorlardı.

Alişan, 17 Ağustos depreminde kamyon dolusu malzemeyi Caner ile birlikte Gölcük’e göndermişti. İnanılmaz derecede yardımsever olan Alişan’ın zor durumda bulunanlara ettiği yardımların yansımasını eşinin ve çocuklarının gözlerinde görmek mümkündü. Alişan ağabeyinin defin işleminden sonra, Caner mütemadiyen mezarlığa giderek dertleşmeye başlayacaktı. Ta ki onurunu çantasına atıp kendini hayattan soyutlayıncaya kadar bu ziyaretler, mezarlıktan her geçtiği an ettiği dualarla beraber devam etti. Caner yaşadıklarının ağırlığından olsa gerek giderek hayattan soyutluyordu kendini. Sadece fiziksel olarak hayatta bulunduğunun farkında olarak, onurunu üzerine giyeceği günü bekliyor ama bir türlü o kıvılcımı göremiyordu.

Derken, yeniden bir ev tutmaya karar veren Caner, annesinin “oğlum Öznur ablan seni kahveye çağırıyor” demesi üzerine Alişan ağabeyinin eşinin davetine çok sevinerek hemen evlerine gider. Yeni evi için Caner’e bir kaç hurç dolusu eşya ayarlayan Öznur ablası kahven nasıl olsun diye sorduğu anda duvarda asılı duran kılıcı gören Caner, aaa bu kılıç harika! Alişan ağabeyimin değil mi? der ve Öznur ablasının, canım bak senin boyun uzun, Alişan ağabeyinin kılıçlarını al bakalım. He bir de çok sevdiği oyuncak arabalarını da vereyim sana demesi gecikmez. Caner büyük bir heyecanla kılıçları bulunduğu yükseklikten bir çırpıda alır. Caner’in kitaplara baktığını fark eden Öznur, bak burada da Alişan ağabeyinin kitapları var derken  Alişan’ın ilk göz ağrı Selin’le göz göze gelir. Bir an odasına aniden girer gibi olmanın mahçubiyetini içinde hisseder ama Selin, hoş geldin nasılsın? diye sorunca iyiyim sen nasılsın? der ve  okul ne alemde gidiyor? diyen Caner’le sohbete başlarlar. Meğer Selin artık son sınıf psikoloji öğrencisi olmuş. Zamanın geçmediği ve tam aksine aktığını fark ettiler. İlk hastan ben olacağım diyen Caner, Selin’in tamamen organik yaptığı kekten tatmanın ayrıcalığını hissetmeye başlamıştı. O kadar ilahi bir enerji oluşmuştu ki evin içerisinde, Caner, uzun süredir fark etmediği bir şeyi fark etmeye başlamış ve içinden hep şu cümleler yankılanıyordu; Alişan ağabeyden sonra hayat mücadelesi veren bu aile senin de ailen. Artık kendine gel. Kendine gel….

Bu sırada tıpkı Caner gibi ortanca olan Burcu geldi içeriye. Burcu ile Caner’in, Burcu henüz bebekken, Caner’in leğenin içinde Burcuyu evin içinde oyaladığı dönemden kalan bir kare fotoğrafı hatırladılar. Burcu hem okuyan hemde çalışan burcu burcu genç bir kız olmuştu. Caner’de bakın gördünüz mü demek ki bu özellik leğenden geçmiş sana diyerek herkesi güldürmüştü. Tam aile dostluğuna yani kadim dostluğa yakışan cümleler havada uçuşuyordu.

Artık Caner ve annesinin gitmesi gerekiyordu…

Evlerine döner dönmez, kılıçlardan birinin ufak bir onarımını yapan Caner’in gözleri sevinç gözyaşları ile dolmuştu. Annesi, oğlum, bak gördün mü Ali’nin kılıcı sana nasip oldu derken, Caner’de, annem haklısın. Benim için büyük bir onur, burada bana nasip olan sadece bir kılıç değil. Ben almam gereken mesajı aldım diyordu..

Caner’in aldığı mesaj, kılıcın yansımasında gördüğü kendi gözlerinde açıkça görünmekteydi.

Çantanı fırlat at artık! Hemen onurunu giy üzerine ve yapman gerekenleri yap. Her nefsin ölümü tadacağına iman ettiğimiz gibi, yüceler yücesinin, kendi ruhundan üflenen ruhun da ölümsüz olduğuna da inancımız tamdır. Haliyle, artık onurunla beraber kılıcını kuşanıp, bu hayat yolculuğunda gerektiğinde kaleminle gerektiğinde ise kılıcınla hayallerin gerçekliğini yaşamak ve yaşatmak için mücadelene devam et. Çünkü, bu elinde tuttuğun kılıç, bu kılıcın yansımasında gördüğün gözler ve elbette ki bu ruh sana ait…

Sensizliğin sessizliğinde, bir kılıcın yansımasında görülen bir çift göz ve elbette ki yansıyan tüm his ile düşünceler de gerçektir.

(Bak Alişan ağabeyinin kılıcı sana nasip oldu)

Onurunu çantasında taşıyıp uzun bir aradan sonra üzerine giyen bir delikanlının parası yada pulunun olmadığına aldanmayın! Gün gelir Alişan finansör olur ve tezgaha çıkmadan önce sabaha kadar oynanan oyuncaklar satılır, eczanede satılan ürünlerin distribitörlüğü alınır ve yeni nesil bir delikanlının hikayesi yeniden yazılır…

Şimdi, Alişan ağabeyin emanetlerini evinde heyecanla sergileyecek olan Caner’in evinde içilecek olan bir fincan kahvenin 40 yılla sınırlandırılabilecek bir hatırı olabilir mi sizce?

 

 

 

Burak Bozkurtlar

The author Burak Bozkurtlar

Siber Güvenilir Türkiye

Leave a Response