Kaplumbağa Terbiyecisi hakkında önce ansiklopedik bilgilere bir göz atalım;
Belinde sıkı bir kemerle bağlanmış kırmızı uzun bir giysi giyen sakallı bir adam, mavi çinilerle kaplı eşyasız ve bakımsız bir odada, izleyiciye arkası yarı dönük biçimde dikilmektedir. Başına, etrafına gelişigüzel bir yemenisarılmış arakiye takmıştır.[2] Adamın ayaklarının dibinde, yerdeki yaprakları yemekte olan kaplumbağalar vardır. Bursa’daki Yeşil Camii’nin üst katındaki[2] odanın duvarlarındaki sıvalar ve çiniler yer yer dökülmüştür. Tablonun tek ışık kaynağı adamın önündeki alçak penceredir.[3
Ellerini arkasında kavuşturmuş olan adam bir ney tutmaktadır. Sırtında bir nakkare asılıdır ve buna bağlı bir mızrap boynundan aşağıya sarkar.[] Bazılarına göre adamın sırtında asılı olan şey, eskiden dervişler ve dilenciler tarafından kullanılan, hindistan cevizinden ya da abanozdan yapılma dilenci çanağı olan keşkülüfukaradır.[3]
Yorumlar ve ilham
Osman Hamdi Bey’in bu tablosu, özellikle ilham kaynağına dair net bilgilerin olmadığı dönemde, geri kalmış bir toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının yorgun hâlini anlattığı şeklinde yorumlanmıştır.[4]Kaplumbağaların esin kaynağının, Lâle Devri’ndeki Sadabad eğlenceleri sırasında, hava karardıktan sonra sırtlarına mum dikilerek serbest bırakılan kaplumbağalar olduğu öne sürülmüştür.[3] Bu yoruma göre, Sanayi-i Nefise, Asar-ı Atika Müzesi, Duyun-u Umumiye gibi birçok kurumu kurmak ve yönetmek görevini üstlenen Osman Hamdi Bey, tabloda kendini terbiyeci, kendi iş yapış biçimine uyum gösteremeyen astlarını ise yemeğe ulaşmaya çalışan kaplumbağalar olarak göstererek, onları hicvetmektedir.[3]
Başka yorumlara göre, düşünceli biçimde dikilen adam, sabır gerektiren zor bir iş olan kaplumbağaları terbiye etme işini, elindeki ney ve sırtındaki nakkareyi çalarak başarmayı ummaktadır.[2] Bu yoruma göre de terbiyeci Osman Hamdi Bey’in kendisidir. Terbiyecinin zorlu işi elindeki müzik aletleriyle halletmeye çalışması, Osman Hamdi Bey’in de değişime direnen bir toplumu sanat yoluyla çağdaş seviyeye getirmeye çalıştığını, bu yüzden sanat okulu ve müze açma girişiminde bulunduğunu vurgular.[2]
Terbiyecinin, kaplumbağaları eğitmekte kullanacağı neyi üfleyemeyip arkasında tutması, Osman Hamdi Bey’in neyi üfleme, yani kaplumbağalar ile temsil edilen halkı eğitme kaygısından artık vazgeçtiği, çünkü derviş sabrının bile bir sonu olduğu şeklinde de yorumlanmıştır.[5] Ayrıca tablodaki kablumbağaların ilham kaynağının, Osman Hamdi Bey’inParis‘teyken sokaklarda dolaştıklarını gördüğü, Charles Baudelaire’in Modern Hayatın Ressamı kitabında da bahsi geçen kaplumbağalar olduğu da öne sürülmüştür.[1]
Tablonun ikinci versiyonunun, 2009 yılında Sakıp Sabancı Müzesindeki bir sergide sergilenmesi sırasında, tablonun ilham kaynağına dair yeni bir iddia öne sürülmüştür. Buna göre Osman Hamdi Bey, Tour du Monde isimli Fransızca bir derginin 1869 tarihli sayılarından birinde gördüğü bir gravürden esinlenerek bu tabloyu çizmiştir.[6] L. Crépon tarafından birJapon gravüründen esinle çizilmiş olan bu resim, dergide Charmeur de tortues (Kaplumbağa Terbiyecisi) adıyla basılmıştır. Resimde, Osman Hamdi Bey’in tablosundaki terbiyeciye benzer şekilde giyinmiş yaşlı bir terbiyeci, elindeki ufak davulu çalarak bir grup kaplumbağanın bir masanın üzerine çıkmasını sağlamaya çalışmaktadır. Osman Hamdi Bey, 13 Temmuz 1869’da Bağdat‘tan babasına gönderdiği mektupta, “bana yollamış olduğunuz Tour du Monde’u okudum” demektedir.[6] Osman Hamdi Bey muhtemelen 1869 yılının ilk cildini okumuştur ve Kaplumbağa Terbiyecisi‘ni çizerken bu gravürden etkilenmiş olabilir.[6]
Dipnot[|
Osman Hamdi Bey’in kardeşi İsmail Galib’in 4. kuşaktan torunu[14] Boğaziçi Üniversitesi Tarih Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Edhem Eldem’in “Making Sense of Osman Hamdi Bey and his Paintings, in: Muqarnas: An Annual on the Visual Culture of the Islamic World” adlı eserini inceleyebilirsiniz.
Ve gelelim şimdide ansiklopedik olmayan benim ve aslında gerçekliği çok az sayıda kişi tarafından bilinenlere…
Öncelikle Osman Hamdi’beyin bu çalışma ile Hem Türk mitolojisinde, hem de bilinen en eski yazıtlardan olan ve Bilge kağan, Kültigin ile Tonyukuk’un yazıtlarında ve hatta MHP genel merkezi önünde bulunan temsili yazıtların arasında da olan kaplumbağaya dikkat çekmiştir. Her ne kadar bilinenin aksini yazacak dahi olsam, malesef gerçekliği tartışılmayacak kadar da nettir. Osman Hamdi bey bu eserinde kaplumbağaları Türkler ve terbiyecilerini de Yahudiler olarak tasvir etmiştir. Demem o ki, o zamanlardan da içimize işleyen bazı kötü niyetli üst akıl unsurları o zamanlardan beri egolarını tatmin etmek için sanatı da kullanmışlar. Biz mi terbiye edilir göründük yoksa hakikaten bizi mi terbiye ettiler bilemem ve hatta yorum dahi yapmam ancak, kaplumbağaların tüm teknolojik alt yapısı ya Amerikan ya da İsrail tarafından kuruldu. Her ne kadar %100 yerli yazılım desek bile bu asla gerçeği yansıtmıyor.
Uzmanlar veya uzman olduğunu dile getirenlerin devletle çalışanları bu söylemime muhalefet ederler ancak karşılıklı münazara edemezler benim gibi düşünenlerle. Evet kendi kütüphanelerimiz ve sınıf yapılarımızla geliştirdik kardeşim her hangi bir arka kapı da bırakmadık dediklerini duyar gibiyim. Ayrıca bu konuların hadis anlatımları ya da meal kadar dikkat çekici olmadığının da farkındayım lakin, sizlerde en fazla 30 40 sene daha yaşayacak insanların uzun sürelerdir devlet mekanizmasında ülkeleri için iyi ya da kötü çabaladıklarının farkındasınız. Yani bir yandan diriliş gibi bir dizi ile, İslam coğrafyasına pozitif düşünce, öz güven ve inanç pompalayanlar ne hikmetse (NATO,LOZAN vb gibi anlaşmalar nedeni ile) bol sübliminal içerikli yabancı filmleri televizyon kanallarında oynatmaktan geri durmuyorlar. Kısacası kaplumbağa olmanın hakkını iyi verdik. Terbiyecinin arkasında ve elinde tuttuğu ney ise gerekirse müzik ile gerekirse aba altından sopa ile Türkleri kontrol etme çabasıdır.
Her ne kadar Cerablus operasyonu kimilerine göre gecikmiş bile olsa, asıl beklenen savaşın bu olmadığını Mehdi taraftarları dahi biliyor. Ya da bildiğini sanıyor. Avatar filminde Fil suresini Matrix filminde ve hatta yüzüklerin efendisi film serilerinde, Mehdi, Mesih ve deccal kavramlarını okuyamıyorsanız bir şey diyemem. Ancak, Can yayın evi tarafından 50. baskısı yapılmış çeviri olan uzun öykü eserinden bir paragrafı sizlerle paylaşacağım;
Bu arada ilk baskının ülkemizde 1997 yılında yapıldığını da belirtmek isterim…
Kitabın Adı: Satranç
Yazarı: Schachnovelle, Stefan Zweig
Sayfa 38
Bir süre sonra Nasyonal Sosyolistler, dünyaya karşı ordularını güçlendirmeden çok önce, bütün komşu ülkelerde aynı derecede tehlikeli ve eğitimli başka bir ordu kurmaya başladı; hakları çiğnenmiş, ihmal edilmiş, gücendirilmiş insanlar ordusu. Her resmi dairede, her işletmede “adamları” yuvalanmıştı, tepedeki Dollfus ve Schuschnigg’in özel odalarına kadar her yerde casusları bulunuyordu. Göze çarpmayan büromuzda bile, ne yazık ki çok geç öğrendiğime göre, adamları vardı. Acınacak durumda ve yeteneksiz bir büro görevlisinden başka bir şey değildi elbette, dışarıdan bakıldığında büroya düzenli bir işletme görüntüsü vermek için, bir papazın önerisi üzerine işe almıştım onu; gerçekte onu zararsız habercilik işlerinden başka bir yerde kullanmıyorduk, telefonları yanıtlıyor ve dosyaları düzenliyordu, yani tümüyle önemsiz ve tehlikesiz olan dosyaları. Postayı açması kesinlikle yasaktı, bütün önemli mektupları, kopyalarını çıkarmadan daktiloda kendi ellerimle yazıyordum, her önemli belgeyi kendim eve götürüyor ve gizli görüşmeleri yalnızca manastırın baş rahibinin odasında ya da amcamın kabul odasında yaptırıyordum. Bu önlemler sayesinde bu casusun önemli olaylardan haberi olmadı; ama şansız bir rastlantıyla bu hırslı ve boş kafalı delikanlı, ona güvenilmediğini ve arkasından bir sürü dolap çevrildiğini anladı galiba…
Evet yukarıdaki paragraf üzerine çok şey söylemek yerine, cümlelerdeki isimlerin yerine gelebilecek doğru isimleri yazın desem, eminim ki aaa evet bu günleri özetliyor diyerek; bir çok isimle doldurabilirsiniz diye tahmin ediyorum.
Yalnız ne daktilo bizim nede en büyük istihbarat dediğimiz insanlar bizim. Devletimiz çok büyük şüphesiz ve benim gibi hırslı ama boş kafalı bir delikanlıya güvenilmesine gerek de yok! neticede ben direk National Security Agensy (ulusal haber alma ajansı) ye bağlı ama hizmet etmeyen biriyim. Devletim diyenler ise hem bağlı hem de hizmet edenlerden olsa gerek. Ama her ne olursa olsun şahısların geleceğini memleket ve hatta medeniyetimizin geleceğine bırakanlar ile bizler illaki bir şatoda, belki hazineler içerisinde belki de kraliçenin hizmetkarı olarak bir gün karşılaşacağız; kim bilir?
Kaplumbağa Terbiyecisi, kaplumbağalar burada sen neredesin?
Bir devleti, bir toplumu,bir coğrafyayı hatta bazen bir kişiyi eğitmenin ne kadar zor ve sabır gerektiren bi durum olduğu, bunu yaparken umutsuzluğa düşmemenin ve bir Kaplumbağa terbiyecisi gibi sebat etmenin önemine dair güzel bir yazı.