Androidler Elektrikli Koyun Düşler mi?
Söğütlüçeşme-Beylikdüzü arası yolculuk, birbirinden farklı türlerin bir arada olduğu uzay gemisi ile yıldızlar arası yolculuk yapmaya veya bir kargo gemisi ile kıtalar arası yolculuk yapmaya benzer…
Yıl: 2020
Gezegen: Dünya
Uydu: İstanbul
Hat: 34 AZ
Saat: 08:08
Metrobüs kuyruğu yine alabildiğince turnikelere kadar uzanıyor. Bende oturarak gidebilmek için sulu kar eşliğinde 15-20 dakika kadar sıramı bekledim. İtiş kakış arasında ilk bulduğum yere oturdum. Aracın gittiği yöne sırtımı dönüp oturmak hoşuma gitmiyordu ama onca yolu ayakta gitmektense, ters oturmayı yeğlerim…
Karşımda oturan yaşlı çiftler poşetten çıkardıkları bol sucuk kokulu azıklarını bir çırpıda midelerine indirmişlerdi ve etraftaki koku tüm aracı sarmıştı. Maalesef amcanın eşine söylediği “tuzuki verike” ile ne demek istediğini anlamadım ama eşinin bu cümle karşısında gülümsemesiyle havaya karışan sucuk kokusu ilk benim yüzüme çarpmıştı diyebilirim. Kokunun tam anlamıyla yok olması için klimanın en üst seviyede çalışması ve Zincirlikuyu’ya kadar giderken uğradığımız duraklarda açılan kapılardan içeriye hava akışı sağlanması gerekiyordu. Ya da ilk durakta sucuk sever çiftimizin inmesi…
Bu sırada yanımdaki kadının telefonunun defalarca çalmasına rağmen açmadığını fark ettim. Sonunda ayaktaki bir yolcunun “hanımefendi telefonunuz çalıyor, ya açın ya da kısın sesini lütfen” demesi üzerine bir sonraki aramada büyük bir hışımla telefonunu açtı;
Bela mısın oğlum sen benim başıma? İstemiyorum seni arkadaş anlamıyor musun? Seni sevmem bile hataydı… Sanki…… Konuşturma bak beni pis pis… hayret bir şey ya! Düş yakamdan artık. Yaşandı ve bitti işte. Çoktan gömdüm seni! Ben bir defa gömerim! Bir daha arama beni ve bir arada geçirdiğimiz anları resmeden her ne varsa sil yoksa gırtlağını sıkarım senin… defolup git ve beni bir daha arama…
Bu cümleleri hemen yanı başımda oturan kadın, telefonun ucundaki kişiye tüm yolcuların duyacağı şekilde bir çırpıda söylemişti. En azından hatırımda kalanlar bu cümlelerdi. Her ne yaşadılarsa bilemiyorum ama günümüzde aile kavramının yok olmaya yüz tutan iletişim türüne oldukça acıklı bir örneğe tüm yolcularla beraber tanıklık etmek de insanlık adına oldukça üzücüydü.
Kadın telefonu kapattıktan sonra parmağındaki yüzüğünü de tek seferde çıkarıp çantasına attı. Başka bir telefonu cebinden çıkarıp kulaklığını taktı. Müzik dinlemeye ve elindeki kitabı okumaya başladı. Son ses dinlediği parçayı rahatlıkla duyabiliyordum. Azerin’in o eşsiz sesinden “Çırpınırdı Karadeniz” çalıyordu. Gayri ihtiyari olarak kitaba baktım. Kitabın ismi dikkatimi çekti.
“Androidler elektrikli koyun düşler mi? ” Kitabın ismi başka kimin dikkatini çekti bilemem ama telefonun ucundaki kişiye özel sözleri ve parmağından çıkarıp attığı yüzük, etraftakilerin dikkatini çoktan çekmişti. Ayakta duran yolcuların yanı sıra karşımızdaki yaşlı çift de fısır fısır konuşuyorlardı. Azerin’in sesi o kadar güzeldi ki, kadının duymasını bırakın, benim bile duyduklarım adeta vızıltı gibi geliyordu kulağıma ama insanların üzerindeki düşünce bulutlarını görmek gibi bir lanetim vardı benim de işte…Allah herkesin yardımcısı olsun diyerek dikkatimi dağıtan bu durumdan sıyrılıp tüm dikkatimi üzerinde çalıştığım projeye vermeye çalıştım . Yolculuğum Beylikdüzü’ne kadar devam edecekti. Daha yeni Mecidiyeköy durağına gelmiştik ve inene kadar projenin veritabanı için ihtiyaç duyulan verileri derlemeyi umuyordum. Ama yaşlı teyzeye yer veren olmadığını görünce hemen bilgisayarımı çantaya atıp kendisine yer verdim. Teyze teşekkür ederek, sıkış tıkış olan metrobüste çantanın kapladığı yeri önlemek için “ver oğlum çantanı” deyince bende eyvallah dedim ve içinden kitabımı alıp çantamı uzattım.
Az evvel herkesin dikkatini bir iki cümle, biraz ürküten mizacıyla ve parmağından çıkarıp attığı yüzükle üzerine toplayan kadın yanlış anlamazsanız kitabınıza bir göz atabilir miyim dedi. Ne diyeceğimi bilemedim bir anda. Elbette ama neden dedim? Neticede görebileceğiniz bir mesafede… Neyse buyurun bakın lütfen diyerek kitabımı uzattım. “Kitabın ön sözünü kontrol etmek istedim. Hımm tam düşündüğüm gibi. Bu baskısı toplatılmıştı hayret… Fark etmediğiniz bir detayı size göstermek isterim “dedi.
Bu yolculuk, yolcusundan, yolcusunun okuduğu kitaba kadar her anıyla giderek ilginç bir hal almaya başlamıştı. Üstelik kadının sert tavrından tüm yolcular gibi bende çekiniyor ve bir an evvel kitabımı geri alıp oradan uzaklaşmak istiyordum.
“Bakın burada yazarın İranlı olduğu yazılmış bunun gerçek anlamını biliyor musunuz? “dedi. Ben insanların milliyeti ile ilgilenmiyorum hanımefendi. Kitaptaki bilgilerin içeriği ile ilgileniyorum. Ayrıca evet yazarın İranlı olduğu yazılmışsa da kendisi aslen Araptır. Sanırım diyalog kurmak için iyi bir neden bulduğunuzu sandınız ancak az önce tüm yolculara yaşattığınız sert havayı yumuşatmak için kitabımı da bir araç olarak kullanmaya çalışıyorsunuz diyerek hiç tanımadığım birine karşı söylenen sözlerin hıncını almış gibi hissettim kendimi. Kitabı geri aldım ve ilk gelen durakta inip daha sakin bir metrobüse binmeye niyet ettim.
Siz beni baya yanlış anladınız beyefendi. Bu kitabın yazarı az önce herkesin istemeden de olsa tanıklık ettiği diyaloğun öznesi olan kişidir. Bir an için sizi, benim yanıma denk getirenin bu yazarın ya da yayınevinin olduğunu düşündüm. Oldukça sarsıcı bir dönemden geçiyorum ve sanırım paranoya yaptım. Özür dilerim diyerek kalktı ve orta kapıya doğru ilerleyerek gelen ilk durakta indi. Çantamın emanetçisi olan teyzenin yanına bir çırpıda oturdum. Bu yolculuktaki en tanıdık ve dedikodu yapmayan tek kişi oymuş gibi hissetmiştim. Çantamı emanet ettiğim teyze, “oğlum ne ağırmış bu çanta böyle be. Canına yazık güzel oğlum… Ne var yavrum bu kadar ağır bu çantanın içinde? … diye sorunca,- içimden- ” ah teyzem üzerimize giyemediğim onurumu çantamda taşıyorum” desem de dışa vurum oldukça samimi bir tebessümle ” bilgisayarım biraz ağır benim teyzem. Hem bu ne ki, askerde dünyayı taşıyor Mehmetçikler. Bende az taşımadım o gururlu yükü zamanında” diyerek asker olduğum dönemde yaşadığım haklı gururumu, az da olsa yansıtmış oldum.
Kadın iner inmez telefon görüşmesine tanık olanlar dedikodu yapmaya başladılar. “Sevgilisinden ayrılmış herhalde. Gördün mü parmağındaki yüzüğü? Nasıl da çıkarıp attı çantasına. O ne biçim bir sözdü öyle? Ne demek istedi ki?! Yüzük de maşallah… Kocaman taşı vardı! Ne garip biriydi öyle. “ gibi sözleri daha fazla duymamak için bende bir sonraki durakta hemen indim.
Durakta beklerken yaşlı bir amca yanıma gelip, evlat kadının kitabını neden geri vermedin? dedi. Bende “ne diyorsun amca sen? Kitap benim kitabımdı ne alaka “ dedim. Bak bakalım elindeki senin kitabın mı ? deyince gayri ihtiyari olarak kitaba baktım ve şoke oldum. Kitabın üzerinde “ Androidler elektrikli koyun düşler mi” yazıyordu…
Amca gülerek sordu; Senin kitabın adı neydi? dedi… bu durumun manasını anlayamadım. Amca ben, inan ki sen söyleyene kadar fark etmedim ve şimdi fark ettim. Kitabın adı “Çölde kaybolan Mecnun’un gerçek hikayesi” Olur böyle şeyler evlat. Senin nasibin de o kitabı okumak. Kadıncağızın da bu kitabı okumak varmış. Ben sadece senin bu durumdan haberdar olman için bildirdim. Aklıma bir şey gelmedi. Dedim ya, olur böyle şeyler. Sen şimdi elinde kalan bu kitaba iyi bak ve emanet olduğunu unutma ki yarın bir gün denk gelirseniz emanete ihanet eden sen olma sakın” dedi omzumu sıvazladı ve merdivenlere doğru gitti amca. Ben ise üst üste gelen ilginç durumlar karşısında şaşkınlıkla yeni gelen metrobüse binmek için hamle yaptım ki, kapı açıldı ve karşımda elinde kitabımla aynı kadın duruyordu ve hemen indi.
Çok özür diliyorum. İnanın bir maksadım yoktu. Sadece stresli bir yolculukta denk geldik ve kitaplarımız karıştı. Az evvel de söylediğim gibi yaşadığım durumlar ve ilginç tesadüfler zihnimi bulandırdı. Sizi de kendi ruh halimle istemden de olsa etkiledim. Size karşı hiçbir şey hissetmedim. Lütfen aklınıza başka bir şey gelmesin dedi. Kitabınızı istemekle de hata ettim.
Tabi o tüm bunları söylerken üzerimdeki çamur kaplı topraktan bihaberdi ve tesadüf diye bir şey zaten yoktur diyemedim. Sanki geri planda kalan ruhumun birebir yansıması gibiydi. Hatta ayna karşısında gibi hissettim. Söylediklerinden çok gözlerinin birebir benim gözlerim olduğunu fark ediyor, fark ettikçe nutkum tutuluyordu.
Buyurun kitabınız… dedi ve bende teşekkür edip sizde buyurun lütfen diyerek kendisine kitabını uzattım. Ancak bu kitabı ben defalarca okudum. Alışkanlıktan elimde taşıyordum. Artık bu kitaptan da kurtulmam benim için de iyi olur. Lütfen bu anlamsız ve vakit kaybı olan sürenin telafisi için bu kitabı kabul edin. Anladığım kadarıyla teknoloji işiyle uğraşıyorsunuz. Androidlerin de düşleri olabilir. Lütfen okuyun dedi ve arkasına bile bakmadan gitti.
Halen daha bu ilginç durumun ne olduğunu? Nasıl olduğunu? Ve neden olduğunu? Algılayamıyordum.
Arka fonda Azeri’nin sesinden Çırpınırdı Karadeniz çalmaya başladı.
Her yer bir anda karardı, gözlerim karardı. Derin bir sessizlik sardı her tarafı. Hani derler ya; sensizliğin sessizliğinde bir başıma kaldım bilinmez bu diyarlarda… gözlerim karardı, nutkum tutuldu ve boğazım kurudu… Ve sonunda tek gözümü de olsa biraz araladım. Spot ışığına benzer bir ışığın gözümde gezindiğini fark ettim. İki gözümü birden açtım ve aslında tüm bunların bir rüya olduğunu, uyuyakaldığım koltukta kafama düşen bavulun etkisiyle dengemi kaybedip düştüğümde kahraman şoförün ambulansa haber verip iç kanamadan ölmemem için çabaladığını ve kırılan boynumun ameliyatını tamamlayan doktorun yoğun bakımda beni kontrole geldiğini ancak bilincim yerine gelmeye başladığında anladım.
İnsan bir hafta aralıksız uyuduktan sonra uyandığında halen daha rüyanın bir katmanında olduğunu sanıyor… Yoksa rüya devam mı ediyor? diye soruyor ve rüya olmadığını kendine kanıtlamak için farklı farklı yöntemler deniyor. Bunlardan biri de çocukluğumda çekilen bir kaç videoyu izlemek oldu.
Androidlerin elektrikli koyun düşlediği bir zaman diliminde, robota ilk vatandaşlık verenlerin Sudi Arabistan olmasına çok takılmamak lazımmış. Sağlıklı olabilseydim eminim dünyada robotu özgürce ve ilk geliştirenlerin Türkler olduğunu kanıtlayabilirdim.
Rüyanın başka bir katmanında olmadığımı yani hayatta olup olmadığımı anlamak adına kullandığım diğer bir yöntem ise Siri’ye şiir ve söz yazdırmak;
O halde yaz bakalım Siri;
İnsanların, yanan ruhlardan açığa çıkan is kokusuyla hazırlanan peyniri kahvaltıda yemeyi düşlemedik demeleri, her bir yanımızı saran ateşin göklerden düşen yumruk büyüklüğündeki dolu taneleriyle söneceği anlamına gelmez ki!
Bir yanım felç olsa, öbür yanım lal olur da yine de ağzımı açıp da bir yudum can suyu istemem.
Deli gibi susuyorum…
Susamak gibi susuyorum…
Kabirde beni
Bu susamışlıkla
Kandırsa kandırsa ruhumun suretiyle kandırır da, o su anca öyle içilir!
“Madem o suyu ruhunun yansımasından içeceksin ” denildi, varsın öyle olsun!
Hiç dert değil zaten bunlar yine bir plan düşünüyor….
Ölürsek de kime kalmış…