Öncelikle Jenerasyon ne demek bir bakalım…
Görüldüğü üzere kökeni Fransızca olduğu için ben kültür varlıkları mücadelemiz adına “kuşak” olarak devam edeceğim.
Dedemle neredeyse 50 yıl kadar bir zaman farkı var aramızda. Dedemiz, belediye de o zamanın tabiri ile çavuşluk yapmış. Kazma, kürek ve bilimum iş makinesi kullanmaktan elleri nasır ve kortizona ihtiyaç duyan bir hayat sonrası emekli olmuş. Pazarcılık yapardı. Hatta el arabası üzerinde bir fotoğraf dahi kalmaması üzücü. Görmenizi isterdim…
Tezgahta ve birçok sosyal alanda oldukça sevilen biriydi. Ancak, ITT isimli televizyonun tuşlarına hızlı bastığım için bana çokça kızardı. Bu kadar basit bir şey için neden çok kızdığını anlamazdım. Tamam, Rahmetli Ecevit severdi ve haberler olduğunda çıt çıkarmadan ve kanal değişim talebi olmadan izlersen de şirin mi şirin bir dede olmasına anlam verebiliyordum.
Sürekli bilek güreşi yaparak onu yenmeye çalışırdım. Onun o bileğini bırakın bacaksız veledin indirmesini, dünyanın en güçlü bilek güreşçisi gelse yenemezdi. Evet, dedemle kuşak farkımız vardı ama onunla bir şekilde iletişim kurmayı geliştirebilmiştim. Dedem bana kızıyordu ve iki kanal arasında geçiş yapıp, boş bir kanal kullanımı olabileceğini o zamandan bu sayede keşfetmiştim. Yani, düğmelerin arkasındaki iletişimi merak etmiştim. İşte, Sincap misali… Dedem bilmeden merak etmemi sağladı ve şimdi bilişim çağında yaşıyoruz…
Konuyu nereden nereye getireceğim. Ekrem İmamoğlu ile Recep Tayyip Erdoğan arasındaki yaş farkı 17 bir dede torun olmasa da kuşaklar arası yolculuklarda oldukça önemli bir aralık diyebiliriz.
Aradaki yaş farkı olan 17 yi 1+7 = 8 sekizi yan çevirirsek ne olur ∞ ne olur sonsuzluk.
Biraz Devlet Bahçeli vari oldu belki ama sonuç bu efendim.
Konuyu bir yerden aldık şimdi de nereye varacağına bakalım…
Bilindiği gibi binlerce yıllık devlet geleneği olan Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşıyor ve her gün yeni bir siyasi kriz söylemi ile meşgul oluyor zihinlerimiz.
Binlerce yıllık devlet geleneğimiz ve hakiki kahramanlarımız olduğu gibi diğer milletler tarafından da ilgiyle takip edilen de bir tarihimiz var.
Rivayete göre Bilge Kağan ve Kültigin’in ayrı vilayetlerde ve birbirlerinden bağımsız görünümde aslında aynı amaca hizmet ederlermiş. Kültigin de hem vezirlik hem de devlete hakanlık etmiştir.
100 yıl öncesinde Atatürk başkanlık ve 566 yıl öncesinde ise Fatih Sultan Mehmet Han Türk yurduna hakanlık etmiştir. elbette Abdulhamit Han’ın da Türk yurtları bir arada tutana kadar Han ünvanı olduğunu hatırlatmakta fayda var. Ayrıca, Denge siyaseti izleyen ve Osmanlı’nın en güçsüz olarak ve “hasta adam” ifadesini söyleyen yabancı liderlere adeta kök söktürdü.
Cumhurbaşkanımızın da Abdulhamit Han’a olan sevgisini bilmeyen yoktur. Yıl 2019 ve tıpkı 1923 öncesindeki 19 Mayıs 1919 benzeri bir atmosferde 2023 e koşuyoruz. Abdulhamit nasıl denge siyaseti sürerek yeni bir Türk yurdunun oluşması için doğal zemine vesile olduysa şimdi de, Erdoğan da şu an denge siyaseti izlemektedir. Üstelik hızla yükselen yalnızlığına üsüzlenlerin ve destek vermek isteyenlerin çok ötesinde bir yerlerde ve yüksek duvarların ardında olan Abdulhamit gibi tek başına kalma ihtimali de çok yüksek. Ancak. ben kendisinin zaten sevdalısı olduğu Abdulhamit’in kaderinin benzerini yaşamaktan da mutluluk duyacağını düşünüyorum.
Bu arada “Kişi sevdiği ile beraberdir” diyen kainatın efendisine ve Ali gibi ilmin kapısı olana selam olsun…
Ancak, İmamoğlu’da Atatürk sevdalısı biri olduğunu Cumhurbaşkanımız gibi ön plana çıkartmaktadır. Atatürk’ün sonu Abdülhamit Han’a göre daha başaırılı, güzel, çekici veya tam tersi şeklinde değerlendirmeye tabi tutulamaz ancak, Devlet-i Ebed Müddet ilkesini Abdülhamit’de Atatürk’de iyi bilmekteydi. Devlet-i ebed–müddet tabiri; sonsuza kadar sürecek devlet demek olup tarih boyunca kurulan “Türk Devleti“ni ifade eder. Bu konuda H. Nihal Atsız; “Türkiye Cumhuriyeti gökten zembille inmemiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nun devamıdır. şeklinde ifadesi de herkesçe malumdur.
Özellikle dış güçler tarafından sosyal mecralar üzerinden planlanan tüm kaos planları beyhude birer çabadır. Çünkü, kişisel yaşam ve kazanç türlerinden ve daha nice usulsüzlüklerin önüne geçememekten ötürü bu güne gelene dek tarihimizden birçok örnek vardır. Bu örneklere de yer verelim;
Kânûnî’nin Avusturya’ya yaptığı seferlerin birinde idi. Ordu düşmana doğru ilerlerken, gayr-i müslim köylerinden de geçiliyordu. Kânûnî, mola verdiği bir sırada hristiyan bir köylü, huzûruna geldi ve:
“–Sultânımız! Askerlerinizden biri bağımdan üzüm koparmış ve yerine de parasını asmış! Size teşekkür ve tebrîke geldim.” dedi.
Bunun üzerine Kânûnî Sultan Süleyman Han, derhâl o askeri buldurtup seferden menetti. Buna hayret eden hristiyan köylüye de şöyle dedi:
“–Askerin hâli, zafer ve nusretin ilk adımıdır. Eğer o asker, parayı üzümünü aldığı asmaya bağlamamış olsaydı, bu ordunun adı zâlimler ordusu olurdu ve o askerin kellesi giderdi. O parayı asmaya bıraktığı için kellesini kurtardı, ancak sahibinden izinsiz mal aldığı için seferden men cezâsına çarptırıldı.”
Şimdilerde ise sonsuza kadar sürecek olan devletin, Kızıl Elma’nın yansımasında yoluna emin adımlarla devam etmesi pek bir ütopik gelebiliyor insanlara.
Batık bir ülke olan Yunanistan’ın aslında “üç kağıtçılık” yaptıkları için batık bir ülke olduğunu biliyorsunuzdur herhalde. Bilmeyenler olabilir; Avrupa Birliğinden “Ekin” ekmek için aldıkları bütçeyi başka yerde kullanıp, uydudan kontrol edilene kadar zenginliği tadıp batan bir ülkeden bahsediyoruz.
Eğer biz de mevsimi olmadığı halde deniz Çuprasını tatlı su Çuprası diye kendi milletimize yutturmaktan vazgeçmezsek, bizim de halimiz Yunanistan halkından beter olabilir.
Demem o ki; Binlerce yıllık devlet geleneği olan bir ülkenin yaşça bizden büyükleri biraz daha Türk’e yakışan hallerde bulunursa, geleceğin teminatı olan Türk gençliği de Devlet-i Ebed Müddet yolculuğunda görevini layıkı ile yaparak “insan niye yaşar” “geleceğimiz” ve “kızıl elma” gibi daha nice kavramların içini doldurmaya vesile olur.
İmamoğlu’da Erdoğan’da yaratıcımız değil ve zaten bu iddia da değiller. Şayet bu tip iddialar ile kendileri etrafında toplananları Türk gençliğine analiz ettirmeden yollarına devam ederlerse, Allah muhafaza komik duruma düşerler.
Bilge Kağan, Tonyukuk ve Kültigin’in mi yansıması olmak da ne demek? Kimin haddine? Elbette ki Türk gençliğinin ve hakkıdır ve haddinedir. Umarım tüm büyüklerimize layık bir yaşam ile helal dairesinden çıkmadan yaşıyoruzdur.
Son olarak, “Niyet Hayır Akıbet Hayır ” sözünün hakikatine layık olmayı başarabilirsek, laik olmuşsun olmamışsın pek bir kıymeti harbiyesi yok.
umarım jenerasyon farkı nedeniyle, yeni Türk Hakanının 2023’de bahsi geçen isimlerden biri olacağı iddiasında olduğumu düşünmemişsinizdir?
Bence düşünmeyin bile. Tek düşünmemiz gereken insan niye yaşar? sorusunun yanıtına layık olmaya çalışmaktan geçer diye tavsiye ediyorum.
Kimi hırsızlık için kimi hırsızı yakalamak için, kimi de hırsız yetişmesin veya hırsızlık artmasın diye yaşamıyor mu ki?
Hakim hakimliğini, zabit de zabitliğini yaparsa memleket huzurla dolar, dünya da sulh olur…
Rahmetli dedemle başladım dedemle bitireyim efendim. Bizde adettir, çok güçlü olsak bile ve yaşımız kemale erse dahi biz yaşlanan büyüğümüzün bileğini bükmez, her sakallıyı da dedemiz sanmadığımız gibi hak edene hürmet ederek el öpmek adetimizdir.
Kültürdeki süreklilik, milletin devamlılığı ilkesinin yegâne temel taşıdır. Kültür tekrar edildikçe çoğalır, güçlenir ve büyür. İşte bu sebeptendir ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Orhun Anıtları’na dair okuduğu kitapta, ”Üstte mavi gök çökmedikçe, altta yağız yer delinmedikçe senin ilini, töreni kim bozabilir” satırlarının yanına, ”Büyük Nutuk, işte bu cümleyi anlatmaktadır” diye, bizzat kendi el yazısı ile not düşmüştür.