:
Türkiye’de “Bilişim Sektörü” denilince, sistemli olarak düzenlenen etkinliklerde boy gösteren ve gençliğin enerjisini sömürerek ön planda olmaya çabalayan bazı tipleri görebilirsiniz. Üstelik bu sözde önde gelenler, hükümeti kapalı kapılar ardında eleştirmekten zevk alırken öte taraftan da bir araya geldiklerinde yağın hasını çekmeyi de adet edinmişlerdir.
Bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar insan vardır ki, hakikaten ülkemizin içinde bulunduğu durumu gözler önüne serebilmekte ve bu makus talihin değişmesi için canını ortaya koyabilmektedir.
Birçok STK, yabancı teknolojilerin ülkemizdeki kurumlara yerleşen birer mayın olması için büyük çaba sarf etmiş ve halen daha da yabancı istihbarat örgütlerine çalışan şirketlerle iş birliği içinde bu hainliklerine aralıksız devam etmektedir.
Nasıl Boğaziçi Üniversitesi gibi kurumsal yapılar altında bile “vatan hainliği” olarak nitelendirilebilecek bazı işler yapılabiliyorsa, birçok STK ve şirketler bünyesinde, nesillerimizin geleceği de ipotek altına alınmak istenmektedir.
Konvansiyonel olmayan savaş teknikleri arasında yerini alan “Siber savaş” için BTKtarafından düzenlenen “Siber Yıldızlar”ın kullandığı tüm araç ve platformların zatendenetlenebilir olduğunu minik çocuklar bile biliyor. Elbette güzel etkinlikler bunlar ve sayılarının artması da gerekiyor; ancak daha önceki birçok yazımda da belirttiğim gibi, önceliğin geliştiriciliğe verilmesi gerekiyor.
Sayın Devlet Başkanımız, belli birkaç aileye mensup kişileri, sözde “elektronik doktoru” olarak kurumlara yönetici yaparsa “Olacağı da buydu” deriz ve “Türk gençliği mi? AK gençlik mi” diye de sorarız… Bakınız, birilerinin “AK gençlik” perdesi arkasında yaptıkları ortada. Ancak Türk gençliği ve neler yapabilecekleri ise hakbilenler tarafından görülebilmekte veya tecrübe edilebilmektedir. Bu yüzden, Devlet Başkanıma; “Reis Arkandayız” diyerek, kendisine ve dolayısı ile ülkemize nasıl zarar verildiğinin de görülmesi gerektiğini ifade etmek istiyorum.
İnanılmaz seviyede gerilen sinirlerimizin mimarları, olası bir iç karışıklıkta nerelerde olurlar bilemem ama Türk gençliği olarak, “etki-yetki” dahilinde olanların, duruma müdahil olmaması halinde, kumandası dışarıda olan çeşitli uygulama ve yazılımlarlayapabileceklerinin, sokak eylemlerinden çok daha etkili olacağı, gerçekleştirilebilecek “Siber Eylemler”in yaşanacağı da ayrı bir gerçek.
“IDEF 2019 Savunma Sanayi Fuarı”nda Cumhurbaşkanımızın en çok dikkat çektiği konu; “100 yıllık geçmişimizin olmadığı… 2 bin 200 yılı aşkın süredir bu topraklarda var olduğumuz… Dünyaya örnek olan birçok askeri başarımızın olduğu… Dünyanın en güçlü orduları arasında yer aldığımız…” gibi başlıklar vardı.
Cumhurbaşkanımız; o konuşmasında, hızla gelişen teknolojiler ve bu teknolojileri geliştiren tarafta olma zorunluluğumuzun, milletimizin binlerce yıldır süre gelen var olma mücadelesinde yeni ve hayati bir süreçte olduğumuzu da belirtti.
Ancak, “FETÖ” gibi bir belanın siyasi uzantısına dokunulmadan Türk gençliğinden fikir ve proje istenirse bu da pek gerçekçi olmaz.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından oluşturulan“https://www.iletisim.gov.tr/turkce/ulkem” adresinden taleplerin alınması harika bir olay. Yani, çeşitli proje ve farklı fikirlerle birlikte “Bir kurumda işleyişte bir sıkıntı varsa tespit edin ve çözüm önerisi ile birlikte iletin ki biz de kurumların işlevselliğini arttıralım” da deniyor. Ancak ben ve benim gibi daha nice gencimiz, bu platformları “yöneten” ve ön planda “İş yapıyoruz” görünümünde olup da “Faaliyet Raporları” hazırlayanların samimiyetine inanmıyor ve güvenmiyoruz ki bilgi, proje vefikir verelim.
Particilik sevdası ile kariyer peşindekiler yüzünden içersinde gerçekten bugünlere ve yarınlara dair ülkesi için birşeyler yapma düşüncesinde olanların da bulunduğuna inandığımız ve adına “AK Gençlik” denilen gruba ya da başka herhangi bir bir gruba dahil olmadan bağımsız, hür düşünebilen, gençlerimiz arasında bir ayrım var gibi gösterilmeye çalışılması da çok tehlikeli bir yaklaşım!
Birçok fikir ve projenin ve hatta yaptığımız raporlamalardan alınan cümlelerin,Devlet Başkanlığı tarafından dile getirilmesi elbette büyük bir onur; ancak söylemleri üretemeyip derleyenlerin, cümlelerin içinde yer alan kelimelerin anlamlarını geliştirmeleri de beklenemez… Bizimle aynı özelliklere sahip pek az kişi olsa da hepsine selam olsun…
“Özellik” veya “yetenek” yerine “LANET” de denebilir aslında.
Nedir bu lanet?
“Haberlerin ajanslara düşmeden önceki yalın halini bilmek” diye açıklarsam daha net anlaşılır her halde! Mesela; daha ajanslara düşmeden evvel aldığımız şehit haberlerisonrası, “Bulunduğumuz alan içerisindeki hainleri ‘yakıp-yıkmak’ geliyor insanın içinden elbette ama bunun yerine şimdilik bayraklarımızı biriktiriyoruz” diyebilirim.
Özellikle, yabancı istihbarat kurumlarının bazen açıkça yayınladığı bazen de henüz yayınlamadığı “raporlara erişim gücü” olması da bu alandaki ayrı bir “lanet” olsa gerek!
Çünkü, sahneleyecekleri oyunun senaryosu ve oyuncuları tamamlanıncaya kadar geçen süre, oldukça önemli.
İstihbaratta “Karşı koyma teknikleri”nin sadece fiziksel ortamlarda kullanıldığını sanmayın lütfen.
“Siber saldırılar”ın da “yem” olarak ortalıkta bulunan siteleri “hacklemek”ten ibaret olduğunu da sanmayın.
Başta BTK yöneticiliği ve benzeri yerlerde bulunanların yapması/yaptırması gereken bir araştırmanın, “Ömür Çelikdönmez” imzası ile yayınlanması, çeşitli kurumların işinin ne olduğu sorusunu da akla getirmesi açısından da kıymetli bilgiler içermektedir.
O yazıda, özellikle “YouTube” üzerinden 4 ülkeye ait resmi haber ajansları bir araya gelerek “Arap baharı” benzeri bir “Türk Baharı” başlatabilecekleri hatırlatılırken, ipleri zaten yabancı istihbaratların elinde olan “Sosyal Medya”nın ülkemizi de “Arap Baharı” adı ile başlatılıp, sonu “Arap Bataklığı”na dönüşen duruma hangi yolla sokabileceklerine işaret ediliyordu.
Bu işleri iyi bilen genç arkadaşlar tarafından ortaya konan raporlamaların da yetkili makamlarda bulunan ve kurumun yapması gereken işlerden çok kendi şahsi çıkarları için hareket eden iş bilmez bazı şahıslar tarafından dikkate alınıp önemsenmemesi yüzünden yok denecek kadar azalması da pek hayırlı bir süreçte olmadığımızı gösteriyor.
Elbette maksadımız, “Üzüm yiyelim, bağcıyı dövmeyelim” de ancak ne bağcının usülsüzlükleri bitiyor ne de bizim gibilerin içinden üzüm yemek geliyor…
Yapılması gerekenlerin en başında, “FETÖ” döneminde alınan ve halen daha kullanılan sözde “Yerli Bilişim Ürünleri”nin tespit edilmesi geliyor ve bunların her biri de biliniyor; ardından da kurum yöneticilerinin, “Siber Teknoloji”ye meraklı ve her daim kendini geliştiren Türk gençliğinden destek istediğini belirten çağrısını yapması gerekir. Aksi halde, bizden alınan fikir ve projelerin ön planda sadece konuşularak, tüm faydalı işlerin tribünlere oynanan bir gösteri maçına dönmesine müsaade edilemez!
Sonrasında ise STK’lara belli başlıklarda ve çeviri olmayan özgün çalışmalar yapmaları için destek verilmeli.
Özel sektörün, siyasilerle olan rant ilişkisi kesilip atılmalı. Yani, dün “Fatih Projesi” kapsamında sırf görüntü olsun diye verilen tabletlerle, “Benim çocuğum teknolojinin kölesi olmaz” diyenlerin zaten sözde “kardeşlik” adı altında köle olduklarını bilerek bu yanlışların tekrarlanmasına müsaade etmemeliyiz.
“Bilişim Medyası”nın yöneticilerinin eleştirdiği objektif ve tutarlı habercilikyapmayan ulusal basının da şakşakçı havadan vazgeçip, “Vergi memurları gelir bizi denetler” korkusuna karşı çok daha yürekli olmalarının da önü açılmalı. Sağda-solda “Bilişmci gençler” ile poz vermek çok güzel de o gençlerin olmadığı ortamlarda “Güvenmiyorum” gibi ifadeleri kullanmak da çok etik değil.
Zaten siber dünyayı iyi bilen bilişimci gençlerimiz, sadece atalarından gelen varoluş gerçekliğini yansıtabilme potansiyeline güvenmesi ve sözde “gazetecilik” yapan “Bilişim Medyası”nın kendilerine güvenmesinden çok, Türk gençliğinin güvenini kazanacak samimiyete erişmelerine daha fazla önem veriyor.
Ayrıca bilişim medyasının, tüketim odaklı bilgiler veren ve popülizmden kaçınan gerçek haberlere yer vermesinin önemine de burada vurgu yapalım.
Ve dahi, bu konudaki mevcut literatüre hakim olmanın yanı sıra, bilişim alanında kendi literatürümüzü de hızla geliştirmeliyiz.
Pekâlâ şunu da diyebilirsiniz; “Yahu kardeşim!.. Sen ‘tarihimizden, köklerimizden gelen bilgileri, bu günlere aktaralım’ derken, İbn-i Sina’nın ismini hastanelere vermekten başka ne yaptık? Onun oluşturduğu tıp literatürünü kullanan bir akademi var mı ki bu ülkede? Hatta dünyada İbn-i Sina’nın bilinen çalışmalarını baz alan eğitim yalnızca İsrail’deki 4 üniversitede var” bile diyebilirsiniz. Haklısınız ama bizler de TürkiyeCumhuriyeti’ni ilelebet muhafaza ve müdafaa etmekle mükellefiz…
Sosyal medyanın ve bilişim altyapısının kullanılarak toplumda infiale neden olacak çalışmaların hız kazandığı bir döneme giriyoruz.
İçeriklerini engelleyemediğiniz platformların erişimlerini engelleyememek bir yana, bu sorunlara çözüm üretememek bir yana.
Ülkemizin bir türlü geçemediği bu darboğazda, önce kimin boğulacağı değil, suyun başını tutanların bu işleri bilenleri boğmaya kalkması sonucu iş işten geçerse eğer, o zaman sorumlu aramak yerine bir an önce kolları sıvayın ve hem kendinizi hem de memleketi kurtarın!..
Yoksa artık, “Kişisel Verilerin Korunması Kanunu”na aykırılık başta olmak üzere,yabancı ülkelerin haber alma teşkilatlarına avantaj sağlamak gibi daha birçok başlıkta haklarında suç duyurusunda bulunulanların kimin adamı olduğunun bir önemi kalmayacak.
Ne diyelim: Devletimiz var olsun, milletimiz sağ olsun!
.