Kuzguncuk… Çocukluğumun geçtiği ve halen daha çocukluğumu bitiremediğim tek yer benim için. Özellikle son zamanlarda inanılmaz bir kalabalık var. Ne iskele caddesi üzerinde ne de İcadiye’ye çıkan cadde üzerinde ve dahi, ara sokaklarında bile hiç boş dükkan kalmadı. Her yer kafelerle dolu. Özellikle yaz aylarının tüm hafta sonları ise gelin ve damatlar ile dolup taşıyor. Eski, tarihi ve renkli evleri ile fotoğrafçıların gözdesi olan Kuzguncuk’un herkes için ayrı bir çekici tarafı var aslında.
Hatta geçen haftalarda Kanal D ana haber bülteninde muhabir ve kameraman bizim sokaklarda gezerken mikrofonu bana da uzattılar. Bizim minik Zeynep top oynayamıyoruz derken bende bir çok evin üzerine yazılan “Ticari amaçla fotoğraf çekimi yapmak yasaktır” yazısının haklılığını savunan cümleler kurarak ana haber bülteninde Bizim malallenin reklam olmasına katkı sağlamıştım… Çok da farkında olmadan.
Şiir sevenler için, Kuzguncuk Can ağabeyden sorulur yada Can Yücel Kuzguncuk’un şairidir belki ama Kuzguncuk’ta Perihan abla dizisinden, ekmek teknesine kadar bir çok dizi çekimi yapıldığı için, artık bilinirliği çok daha yükselmişti. Kısacası bu sıralar Kuzguncuk üzerine bir şeyler yazmak oldukça popüler…
Kuzguncuğun bilinen, bilinmeyen ve az bilinen bazı gerçekleri vardır. Mesela Viktorya abla… Cenazesi sinagogdan kaldırılıp Nakkaştepe mezarlığına götürüldüğünde Sertan’da vardı yanımda. Hee… Sertan mı kim? Sertan Kuzguncuk’un gerçeklerinden bir kardeşim. O gün cenazede tüm kuzguncuk ağlıyordu emin olun. Çok sevilen ve saygı duyulan biriydi. Annemin de teyzemin de çok dertleşmişlikleri vardır. Onunla beraber Kuzguncuk son demlerini yaşadı belki de…
Mahallelinin bildiği bir çok takma isim vardır orada yaşayan. O kalabalığın içinde hiç fark edilmeyen ama, her yerde olanlar vardır. Mesela Çıstak Mustafa diye bilinen Mustafa ağabey hem dertli hem de eğlenceli tarafı ile herkes tarafından bilinen bir delikanlıdır. Bizlerin mavili olarak adlandırdığı o meşhur sahil kıyısının ortaklarındandır. Ortak dedim çünkü, rahmetli babası tarafından örülen mavilinin duvar hikayesini de iyi bilir.
Kuzguncuk tüm hikayeleri içinde barındıran bir film seti gibidir aslında. Hiç bir film Kuzguncuk’un ötesine geçemez, yani tema hep Kuzguncuk olur. Hatta bir rivayete göre bir papaz beddua etmiş ve “Kuzguncuk’u gören buradan asla vazgeçemesin diyerek ” kimilerine göre dua kimilerine göre ise beddua etmiş. Ne derece tutar bilinmez ama Kuzguncuk’u bir gören varsa hep orada olmak ister ve istiyor da…
Kuzguncuk halkı ve o halka misafir olan halklar inanılmaz bir gönül bağı kurarlar. İstanbul’un bilinen en eski yerleşim yerlerinden olan Kuzguncuk, Cami, Sinagog, ve Kilisenin bir arada olduğu ender yerleşim yerlerindendir. Buradaki halk, haklarını en üst düzeyde arayabilen zeka ve farkındalık düzeyine sahip insanlardan oluşur. Mesela belediye’nin bostanı özelleştirme kararına çok iyi direndiler ve şu anda bostan inanılmaz güzel bir şekilde kullanılıyor. Ne mi var bostanda? Çocuklar ve aileler için tarım alanları, hobi bahçeleri ve huzur var…
Kuzguncuk’ta aşk var, tutku var ve dünya barışının portatif hali var.
Bir anda yanınızdan Einstein gibi saçları, deli gibi motoru ile gülümseyerek geçen mi dersiniz yoksa pala dayının ciddi bakışları arasında köfte yemek mi dersiniz? Bilemem ama eski ile yeni medeneyitlerin kesiştiği, İstanbul’un eşsiz güzellikleri ile donatılmış Kuzguncuk’a gitmeli ve görmelisiniz… Aşkı, sevgiyi, tutkuyu ve en önemlisi sadakati görmelisiniz. Unutmayın herkes göremez yalnızca bakar…
Bu arada Kuzguncuk halkı gelin ve damatları sevmiyor değil aslında. Milletin derdi, Kuzguncuk anlatılmaz yaşanır cümlesinin gerçekliğidir. Buraya sizleri getiren fotoğrafçılar sizlerden para alıyor ve bu eşsiz güzelliği akıllarınca pazarlıyorlar. İnsanlara sahip olmadıkları objeler önünde fotoğraflar çektirtip, kendilerine ait olmayan maske ve objeler ile yaşamaya mahkum ettiriliyor. Kuzguncuk, evleri, sokakları ve tüm güzellikleri ile zaten insanlarındır diyerek, kalıplaştırmaya isyan ederek farkındalık uyandırmaya çalışıyorlar aslında, hepsi bu!
İlk farkındalığımı Kuzguncuk’ta yaşamıştım ki zaten…
Yenigün sokakta niyet yada tezgah dediğimiz bir ticaret etkinliğimiz vardı. Tüm çocuklar evde kendilerine ait ne varsa, eski oyuncak yada eski bir kitap… Tezgaha serip satış yapardık. Bende bulduğum tüm gazeteleri yere sermiştim. Bize gülümseyerek gazeteyi alanlardan bir ağabey, bu gazeteler okunmuş ama diyene kadar okunmuş gazetelerin satılmadığından haberim yoktu.
Görenlerden olmanız dileği ile Kuzguncuk’tan gökyüzüne karışan tüm tatlara… Afiyet olsun…