dingonun ahırı

Dingonun ahırı mı?

Evet bu söz Anadolu’dan uzak doğuya tabiri caizse Balkanlardan Tanrı dağlarına kadar herkesin iyi bildiği bir hikayedir. Hatta deyim de diyebiliriz. Tabi hikayesine de kısaca değinelim.

Takvimler 3 Eylül 1872’yi gösterirken İstanbullular daha önce bir benzerini görmedikleri yepyeni bir ulaşım aracı ile tanışırlar: “atlı tramvay”.  İlk kez 1832 yılında New York’ta kullanılmaya başlayan bu ulaşım aracı, 1850’lerde önce Paris’e oradan da tüm Avrupa ülkelerine yayılır. Tabii, atlı tramvayın icat edildikten sonra Osmanlı topraklarına giriş yapması bir kırk yılı bulur. Şişhane yokuşunda tramvayı çeken atların enerjileri neredeyse bitecek hale geldiğinden, tramvay seferlerinin aksamaması için atlar Taksim’de bulunan ahırda dinlendirilir. Yorgun atlar ahırda dinlenmeleri için bırakılır, yeni atlarla tramvay seferine devam edilir ve bu döngü sürekli bu şekilde devam eder. Atların bekletildiği ahır ise bugünkü Fransız Konsolosluğu’nun bulunduğu yerin yakınlarındadır ve Dingo adındaki bir Rum vatandaş tarafından idare edilmektedir. Şişhane-Kurtuluş hattının işlekliği sebebiyle en çok kullanılan ahırlardan biridir Dingo’nun ahırı. Ancak Dingo biraz pervasızdır, üstelik çok içki içtiğinden kafası da pek yerinde değildir. Kayıtları düzenli tutulmayan bu ahıra kimin girip çıktığı belli olmadığından kavgası gürültüsü de eksik olmaz. Böylece Dingo’nun meşhur ahılı halkın diline düşer ve o gün bugündür de kalabalık ve karmaşa içindeki yerleri tarif eden bir deyim olarak dilimize yerleşir.

Hani “Dingo’nun ahırı mı lan burası” denir ya. Her dilde, her ağızda, her şivede ve elbette ki her yörede Dingo ismi değişken olsa bile mantık aynıdır. Öyle çat kapı, destursuz izinsiz girilmez içeri. İçerde başkalarına ait yaşam ya da çalışma alanları öyle kafaya göre izinsiz değiştirilmez. Bu yetki yalnızca 23 Nisan’da dikkat çekilen dünya çocuklarındadır. Ki, çocuklar bile yanlışı doğruyu çabuk ayırt eder. Yeter ki örnek alınası büyükleri olsun.

Zaten bu yazıda örnek alınabilme ihtimali nedeniyle kaleme alınmıştır.

Algı yönetiminde kayığına bindiği balıkçının deniz mahsullerinin satış ve pazarlamacısı olan TV kanallarını izleyen var mı? Bilemem ama sosyal medya üzerindeki gerçek verileri ayırt edebilenlerin gördüğü, görmekten korktuğu, utandığı hatta hayıflandığı birçok habere korkarak veya öfkelenerek ulaşıyoruz. Ya da bize ulaşıyor…

Örneğin kayıp çocukların araştırılmasının “ret” edilmesi. Bu ret oyu verenlerin bizlerin vekili olmaları ise “bizde mi bir gariplik var? Yoksa Milletin vekilleri kafayı mı yedi?” Gibi soruların sorulmasına sebep oluyor. Ya Hu nerede görülmüş bir vatandaşımızın, bir kızımızın, bir kardeşimizin deprem enkazından çıkartıldıktan sonra ambulansa bindirilip kaybolduğu?

Nerede görülmüş elini kulunu sallayarak geçişine engel olunmayanlara vatandaşlık verildiği? Nerede görülmüş hükümetlerin ülkelerinin çıkarlarına aykırı olduğunu beyan ettikleri durumların tersini yaptığı? Nerede görülmüş sokaklarda başıboş, sahipsiz köpeklerin parçaladığı çoluk, çocuk, genç ve yaşlıların hiçe sayılıp sokakların vahşi hayvanlara yaşam alanı diye nitelendiği bir medeniyet?

Dingo’nun ahırı mı burası?

İnanın kim aklını başına almalı? Kimin aklı başında belli değil.

Hani bir yakınızın, üvey annesi tarafından dayak yediğini öğrendiğinde babasına söyleyemeyen bir çocuğunun derdini duyunca insan delirir ya? Ya da istismara uğrayan bir çocuğu görüp kafayı çevirmek haysiyetsizliktir ya hani ya da katilini bildiğiniz bir moto kuryenin katili kaçınca öfkelenir ya insan. İşte etki ve yetki dahilindekilerin verilen kararlara olan etki, tepki ve kararlarını gördüğümüz de üzülmenin ötesinde ne yapabiliriz? Diye soran kaç kişi Dingo’nun ahırı mı lan burası gibi bir soruyu soruyor?

Şayet iktidar sahipleri kendi kişisel emellerini kendi şahsi menfaatlerinin üzerinde tutuyor ve buna da millet ses etmiyorsa yuh olsun diyelim ne diyelim?

Kime yuh olursa olsun, enkazın altında kalanların, ihmallerin müsebbipleri ile hesaplaşmasının ahirete kalacağını hiç kimse sanmasın. Ambulans tarafından alınan ve “refakatçi kabul etmiyoruz, bize güvenmiyor musunuz?” “Diyenlere demek ki güvenmemek lazımmış” dedirtmemek için Cihanşümul Kadim Türk devletinin kutlu askerlerinin sahada edindikleri bu verilerle hesap sorması kaçınılmaz. Böyle münferit olayların müsebbipleri en yakın zamanda hesap verecek kayıplarımızın akıbetleri belli olacaktır. Olacaktır ama yürek yakanların ruhlarının yandığını görmeden de kimsenin öfkesi sönmeyecek. Devlet adamlığının ne olduğunu, ne kadar büyük bir sorumluluk olduğunu bilenlerin, siyasilerden yansıyan yaklaşımların etkisinden ivedilikle çıkıp tabiri caizse “Sine-i Millet” diyerek parçası oldukları Türk milletine yaraşır düsturla bağlı oldukları kurumların itibarını zedeleyenleri imha etmeleri ihtiyaçtan öte zarurettir.

Şayet bu zarureti görmeyip ya da bulundukları güç çevreleri içerisinde kendilerini güvende sananların müstakil hayatları içerisindeki bileşenlerin başına gelebilecek durumlara “takdiri ilahi” diyecek kadar ömürlerinin olduğunu da sanırım kimse garanti edemez. Öyle ya “Dingo’nun ahırı mı lan burası” denilmeye başlandığında o çok okunan, vazgeçilmez fısıltı gazetelerini kulaklarıyla okuyanların kulak zarları patlamakla kalmaz, görme ve tüm duyu organları arasındaki “his” kavramı yerle yeksan olur. Bu durumun topluma faydası ne olur? Azdan az, çoktan çok mu gider sanırım kimse tahmin edemez.

Burası Dingo’nun ahırı değilse Merve Ateş ve araştırılması reddedilen çocukların nerede oldukları, kimler oldukları gibi tüm soruların muhatabı vekalet verilen vekiller değil, bilakis milletin ta kendisidir.

Şunu da belirtmekte fayda var; sümüklü gibi zibidilerin hayranlığıyla “kandırıldık, aldandık” diyenlerin bitmez tükenmez “aldanma arzuları” dünyada patlak veren ve devlet mekanizmalarının deşifre ettiği epstein gibi rezilliklerle bağ kurmayı gerektiriyorsa ve hatta başka bir deyişle emir komuta merkezleri bu rezaletin müsebbibi olanlara yol ver dediyse… kimse unutmasın ki, Cihanşümul Kadim Türk Devletinin “yardan ve serden geçenlerine de komuta merkezleri tarafından av izni çoktan verilmiştir.

Öz kardeşi dahi olsa vatana ihanet edenlerden hesap sormakla mükellef olanların cengi kutlu, sırat köprüsünde denk gelenlerin kısmeti bol olsun.

Ya Kuzgun Leşe Ya Devlet Başa

 

 

 

https://www.hurriyet.com.tr/gundem/hatayda-depremden-aylar-sonra-merve-ates-icin-umutlu-bekleyis-hafiza-kaybi-yasadigini-dusunuyoruz-42348675

https://onedio.com/haber/dilimize-pelesenk-olmus-dingo-nun-ahiri-deyiminin-1800-lu-yillara-uzanan-ilginc-ortaya-cikis-hikayesi-889907

 

Tags : 23 nisancihanşümul Türk devletidingo'nun ahırıepsteinkayıp çocuklar
grey

The author grey

Leave a Response