Cyber Security

Cyber security is important because government, military, corporate, financial, and medical organizations collect, process, and store unprecedented amounts of data on computers and other devices. A significant portion of that data can be sensitive information, whether that be intellectual property, financial data, personal information, or other types of data for which unauthorized access or exposure could have negative consequences. Organizations transmit sensitive data across networks and to other devices in the course of doing businesses, and cyber security describes the discipline dedicated to protecting that information and the systems used to process or store it.

Bilgi GüvenliğiCyber SecuritySiber istihbaratSiber Zorbalık

Discord Yasağı ve Siber Zorbalığın Gizli Tehditleri: Nasıl Korunuruz?”

Discorda engel siber zorbalık

Hepimiz Discord ve Instagram gibi platformları kullanıyoruz, ancak bu platformların sunucularının yurtdışında olduğunu ve ülkemizde temsilcileri bulunmadığını da biliyoruz. İlginç olan şu ki, bu şirketler, ilgili kurumların kestiği para cezalarını ödemekten kaçınmıyorlar, aksine bu cezaları ödüyorlar. Ancak asıl sorun, kanunlara uygun olarak suç teşkil eden durumlarda yetkililere bilgi paylaşmamaları ve muhatap bulunamaması. Yani bu platformlar suçların takibi konusunda bir engel oluşturuyorlar ve biz, ülke olarak elimizi kolumuzu bağlayan bir durumla karşı karşıyayız.

Bu paradoksal duruma dikkat çekmek istiyorum: Bir yandan bu platformlar, ücretsiz hizmet veriyor gibi görünerek büyük kullanıcı kitlelerine ulaşıyor, ama diğer yandan kişisel veri ve siber istihbarat açısından büyük kazançlar sağlıyorlar. Ellerine geçen bu verileri nasıl kullandıklarını veya kimlerle paylaştıklarını çoğumuz bilmiyoruz. Bu, ciddi bir ulusal güvenlik sorununa işaret ediyor.

Bu noktada şunu da sormak gerekiyor: İlgili kurumlar neden etkili adımlar atmıyor? Özellikle  CBDDO gibi sorumlu kurumların, bu konularda somut bir adım attığını ne yazık ki göremiyoruz. İlgili makamların sessizliği insanı düşündürüyor: Gerçekten bir uzmanlık eksikliği mi var, yoksa yerli teknolojik altyapı ve ürünler kullanılmadığı için mi etkisiz kalıyorlar? Millî bir duruş sergileniyor gibi görünse de, uygulamada neden bu kadar başarısızız?

Bir başka önemli sorun da sosyal medya platformlarının gençler üzerindeki etkisi. Özellikle çocuklarımız siber zorbalıkla karşı karşıya kalıyor. Bu zorbalık öyle boyutlara ulaşıyor ki, bazen can kayıplarına bile neden olabiliyor. Mavi Balina vakası bunun en çarpıcı örneklerinden biriydi. Teknoloji sadece fırsatlar sunmuyor, aynı zamanda çok ciddi tehlikeler de barındırıyor.

Şimdi bu meseleyi daha somut bir örnekle açalım.

Mecliste kapalı bir oturum yapıldı. Oturum sırasında kapıların kilitlendiği görüntüler basına servis edildi, bu da gizliliğin önemine dikkat çekti. Ancak asıl sorulması gereken şu: Milletvekilleri içerideyken, telefonları güvenli bir şekilde muhafaza edildi mi? Akıllı saatler ya da telefonlar yanlarında mıydı? Eğer yanlarındaysa, bu cihazlar üzerinden dışarıya bilgi sızdırılmış olabilir mi? Bugün birçok kamu kurumumuzda kullanılan güvenlik yazılımlarının hangi ülkelere ait olduğunu biliyor muyuz?

İsrail’i terör devleti olarak nitelendiriyoruz, ama birçok kurumumuzda İsrail menşeli siber güvenlik yazılımları kullanılıyor.

Üstelik bu yazılımların yanı sıra, sızma testleri için gerekli sertifikaları da İsrail menşeili olduğu bilinen şartnamelerde açıkça yazılıyor. Bu çelişkiyi nasıl açıklayacağız? Bu bilgiler, kulaktan dolma değil. Yerli yazılım ve donanım kullanımını zorunlu kılan genelgeyi paralel bilişimcilere rağmen uygulatmak için mücadele edenlerdenim ve o zamandan beri bu konuları iyi biliyorum.

Şimdi Discord’a getirilen erişim engelinin işe yarayıp yaramadığını bir düşünelim. Erişim engellemek sorunu çözmüyor. Asıl mesele, bu platformların denetlenip denetlenememesi. Bugün Discord’u konuşuruz, yarın Instagram’ı, ama sorunun kökenine inmeden sadece yüzeysel çözümler üretmiş oluruz.

Peki ne yapmak lazım? Bu soruyu sormakta haklısınız. Çünkü ismimin altında “siber güvenlik uzmanı” yazıyor. Bu sıfatın hakkını vermek için konuşuyorum. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün izinden giden bir Türk genci olarak, siber vatan için yapılması gerekenleri anlatmak ve uygulanması için gereğini yapmak görevim.

Yabancı menşeli yazılım ve donanımlarla bu işin denetimini yapamazsınız. Herkesin anlayacağı bir şekilde örnek vermek gerekirse; tamamen millî ve yerli siber güvenlik altyapılarına sahip olmadıkça, verilerimizi koruma ve tehditlere karşı önlem alma konusunda başarılı olamayız. Ancak tam bağımsız bir siber güvenlik stratejisi geliştirebilirsek, o zaman gerçek bir çözüm yoluna girmiş oluruz.

Yabancı menşeli yazılım ve donanımlarla siber güvenliği sağlamanız mümkün değil. Herkesin anlayacağı şekilde ifade etmek gerekirse; tamamen millî ve yerli siber güvenlik altyapılarına sahip olmadığımız sürece, verilerimizi güvence altına almak ve siber tehditlere karşı etkili önlemler almak imkânsız hale gelir. Ancak, burada sadece bir strateji belirlemek yetmez. Eğer strateji yeterli olsaydı, zaten bugüne kadar ilgili kurumların yayınladığı tüm o afili siber güvenlik stratejileri sorunlarımızı çoktan çözmüş olurdu. Ama görüyoruz ki, strateji kağıt üzerinde kaldıkça, bir çözüm getirmiyor.

Asıl ihtiyaç, bağımsız ve güçlü bir siber güvenlik kurumunun oluşturulmasıdır. Ancak bu kurumun, mevcut yapılar gibi olmaması lazım. Eğer bu yeni kurum, sadece bir siyasi atama merkezi haline gelir ve başında  siyasi kadrolarla doldurulmuş bir başkan bulunursa, işler değişmez. Bu tarz kurumlarda, strateji belirlemekten çok, teknoloji markalarının merkezlerine yapılan ziyaretlerde, CEO’larla fotoğraf çekilip gülümseyerek poz verilmesi maalesef ön plana çıkıyor. Halbuki siber güvenlik gibi kritik bir konuda kurumun başkanının kişisel şöhreti değil, kurumun yaptığı icraatlar ve ülke için sağladığı faydalar konuşulmalıdır.

Siber güvenlik doğası gereği sessiz ve derinden yürütülmesi gereken bir süreçtir. Bu süreçte kurum başkanının ismiyle değil, yaptığı icraatlarla gündeme gelmesi gerekir. Önemli olan bireysel başarılar değil, kurumun başarısıdır. Stratejiler ancak bu şekilde hayata geçirilip somut sonuçlar verebilir.

Böylesine bağımsız ve uzman bir yapıyı oluşturmadan, siber güvenlik stratejileri maalesef havada kalmaya mahkumdur. Tam bağımsız bir siber güvenlik altyapısı oluşturulmadıkça, tehditlere karşı sağlam bir savunma hattı kurmak mümkün olmayacaktır.

 

Ailelerin bu süreçte üstlenmesi gereken önemli görevler var. Siber dünyadaki tehditlere karşı çocuklarımızı korumak sadece devletin görevi değil; bizlerin de yapması gerekenler var. Hem çocuklar hem de ergenler için ayrı ayrı tavsiyelerde bulunmak istiyorum.

 

  • Rapor et, engelle, söyle: Dijital platformlarda karşılaştığınız tehdit veya zorbalık durumlarında, mutlaka harekete geçin. Zorbalığa maruz kaldığınızda o kişiyi engelleyin, durumu platforma rapor edin ve çevrenizle, güvenlik güçleriyle paylaşmaktan çekinmeyin. Siber zorbalık gibi olaylarla karşılaştığınızda, Emniyet Genel Müdürlüğü Siber Suçlar Daire Başkanlığı’na veya Siber Ay projesi gibi platformlara ihbar edin.
  • Gizlilik ayarlarına dikkat edin: Dijital platformlarda gizlilik ayarlarını etkin bir şekilde kullanmak, siber zorbalığı önlemek adına önemli bir adımdır. Sosyal medya hesaplarınızın gizlilik ayarlarını sık sık kontrol edin, kimlerin sizinle iletişim kurabileceğini ve paylaşımlarınızı kimlerin görebileceğini belirleyin.
  • Platformlardaki engelleme ve raporlama seçenekleri: Zorbalık ya da kötüye kullanım durumlarında her platformda mutlaka engelleme ve raporlama seçenekleri bulunur. Bu seçenekleri kullanmaktan çekinmeyin. Platformların sunduğu bu araçlar, sizi korumak için var ve gerektiğinde kullanarak güvenliğinizi sağlamak sizin elinizde.

Ergenler için Tavsiyeler:


Ergenlik, özellikle siber zorbalık, sosyal medya baskısı ve dijital bağımlılık gibi tehlikelerin en çok karşılaşıldığı bir dönem. Aileler, çocuklarıyla açık ve güvene dayalı bir ilişki kurarak, bu risklerle nasıl başa çıkabileceklerini onlara öğretmeliler. İşte bu konuda ailelere düşen bazı görevler:

– Dijital davranış kuralları belirleyin: Ergenlerin internette ne kadar süre vakit geçireceği, hangi platformları kullanabileceği konusunda net sınırlar koymak, onların hem zihinsel hem de duygusal sağlığını koruyacaktır.
– Sosyal medya takibi: Çocuğunuzun sosyal medya hesaplarını doğrudan kontrol etmekten ziyade, ona dijital dünyanın tehlikeleri konusunda bilinçlendirme eğitimleri verin. Gizlilik ayarlarını nasıl yapacağı konusunda rehberlik edin ve dijital ayak izinin ne kadar önemli olduğunu öğretin.
– Siber zorbalık konusunda konuşun: Ergenlerin maruz kaldığı veya başkalarına uyguladığı siber zorbalık hakkında bilgi sahibi olun. Bu konuda duyarlı bir iletişim kurarak, zorbalığa karşı nasıl tepki vermesi gerektiğini öğretin.
– Destekleyici olun: Ergenlik döneminde kendini yalnız ve anlaşılmamış hisseden gençler, çevrimiçi dünyada tehlikeli arayışlara girebilirler. Onlara duygusal destek sağlamak, tehlikeli davranışlardan kaçınmalarına yardımcı olabilir.

Çocuklar için Tavsiyeler:
Bu konuda değerli dostum Dr. Nataliya Zayud’un, Rus kozmonotlarla çalışmış bir uzman olarak ailelere verdiği tavsiyeleri paylaşmak istiyorum. Dr. Nataliya’nın çocukların dijital dünya ve uyku düzeniyle ilgili şu önerilerini aileler mutlaka dikkate almalı:

1. Yatmadan iki saat önce şiddet içeren içeriklerden uzak tutun. Şiddet içeren filmler, video oyunları, çizgi filmler veya haberler, çocukların zihinsel sağlığını olumsuz etkileyebilir. Bu iki saatlik süreçte şiddet içeren hiçbir içeriğe izin vermemek çok önemli.

2. Alternatif aktiviteler önerin. Bu iki saatlik süre zarfında, çocuklar için daha sakinleştirici ve yaratıcılıklarını teşvik edici etkinlikler sunun. Resim yapmak, boyama yapmak, kitap okumak gibi aktiviteler çocuğun zihnini yatıştırır ve daha kaliteli bir uykuya hazırlanmasına yardımcı olur.

3. Doğru kitap seçimi yapın. Çocuğun başarılı olmasını istiyorsanız, başarılı kahramanların olduğu kitaplar seçin. Dr. Nataliya, çocukların okudukları kitaplardan karakter modellemesi yaptığını belirtiyor. Bu yüzden, çocuğunuzun gelişiminde olumlu etkiler bırakacak, ilham veren kahramanları olan kitaplar seçmek çok önemli.

4. Uyku öncesi zamanın önemi. Uyku öncesi geçirilen zamanın, çocukların duygusal ve zihinsel gelişimi açısından çok kritik olduğunu unutmayın. Dr. Nataliya, bu zaman diliminin çocukların gelecekteki başarılarında bile etkili olabileceğini vurguluyor. Bu yüzden, çocukların ne tür aktivitelerle vakit geçirdiklerine dikkat edin.

 

Kısaca yapılması gerekenleri anlatmaya çalıştım. Türkçede “Bu ne pehriz bu ne lahana turşusu” diye bir deyim vardır. Gelişen teknolojileri sadece kullanan değil, aynı zamanda geliştiren ve yöneten olmalıyız. Elimizde bu alanda istekli ve yetenekli çocuklar, gençler ve yetişkin uzmanlarımız var. Emin olun ki, verdiğim birçok örneği ilkokul çağındaki çocuklar bile anlayabiliyor ve daha fazlasını önerebilecek yeteneklere sahipler. Çünkü onlar teknolojiye doğdular. Bizim avantajımız ise hem sokakları hem de dijital dünyayı çok iyi tanıyor olmamız.

Teknolojinin nimetlerinden faydalanarak suçun önüne geçmek mümkün. Hem sokakta hem de dijital ortamlarda suçluları hızlıca tespit edip, caydırıcı önlemler alabiliriz. Buradan yetkililere sesleniyorum: Dijital ortamlarda ve sokaklarda, teknoloji destekli siber güvenlik stratejilerini benimseyin ve bu konuda irade gösterin. Ateş düştüğü yeri yakar, ancak dijital ortamlarda çıkan yangınlar sokaklarımıza kadar yayılıyor. Bunu görmezden gelmeyin, ego yapmayın ve milletimize, gelecekteki nesillere ihanet sayılabilecek bir vurdumduymazlıkla “Zaten yapılıyor” diyerek iş yapıyor gibi görünmekten vazgeçin. Bağımsız düşünebilen, aklı ve vicdanı hür nesillere dikkat kesilmeliyiz.

Siber Zorbalık nedir? Ne yapmak gerekir?

Siber zorbalık, iletişim teknolojisi aracılığıyla gerçekleşen zorbalıktır. Zorbalığın bir hedefe ulaşması için sonsuz sayıda yol vardır: grup mesajları, diğer mesajlaşma uygulamaları, Snapchat, Instagram, TikTok, YouTube, Twitch, Discord, çevrimiçi oyun sohbetleri ve çok daha fazlası. Siber zorbalığa maruz kalan gençlerin sosyal kaygı veya depresyon geliştirme, intihar düşüncelerine sahip olma, kendine zarar verme, yeme bozuklukları geliştirme ve okulda kötü performans gösterme riskleri daha yüksektir.

Teknolojik gelişmeler ve sosyal medya platformlarının yaygın popülaritesiyle, gençler genellikle çevrimiçi olarak bağlantıda kalıyor ve bu da siber zorbalık olasılığını artırıyor. Siber zorbalık fırsatları sürekli arttığından, farklı siber zorbalık türlerini ve bununla mücadele yollarını anlamamız önemlidir.

Siber zorbalığın en güçlü sınıflandırıcısı incitici dildir. Ancak siber zorbalığın birçok farklı biçimi vardır. Hangi tür siber zorbalığa maruz kaldığınızı ve nelere dikkat etmeniz gerektiğini belirlemenize yardımcı olacak tanımlar şunlardır:

  • Alevlenme  – çevrimiçi kavgalar, hakaret ve benzeri eylemler
  • Aşağılayıcı  – birini hedef alan gönderiler veya mesajlar. Bunlar, kişileri kimliklerine göre hedef alan gönderiler, kişilere sahte kimlikler atfeden gönderiler veya biri hakkında incitici şakalar yapan gönderiler (örneğin, birinin fotoğrafını kullanarak aşağılayıcı bir tasarım yapmak) olabilir.
  • Dışlama  – Birini bir oyundan, grup sohbetinden veya herhangi bir sosyal medya etkinliğinden, grubun bilgisi olsun veya olmasın, çıkarmak
  • Açıklama  – Birinin sırlarını veya özel bilgilerini onun izni olmadan paylaşmak
  • Taklit  – olmadığınız biri gibi davranma (aynı zamanda Catfishing olarak da bilinir)
  • Taciz  – tekrar tekrar kötü amaçlı mesajlar gönderme
  • Siber takip  – fiziksel zarar tehditleri de dahil olmak üzere sürekli taciz ve aşağılama

Siber zorbalıktan kurtulmak, sadece telefonunuzu kapatmak veya sosyal medyada yeni hesaplar oluşturmak kadar basit değildir. Diğer zorbalıklar gibi, ciddiye alınmalı ve kaynağında mücadele edilmelidir. Siber zorbalıkla mücadeleye yardımcı olacak bazı yollar şunlardır:

  • Duygularınızın geçerli olduğunu bilin.  Size yapılan muamelenin “zorbalık” olup olmadığından emin olmayabilirsiniz. Emin değilseniz, duygularınıza güvenin. Başkalarının davranışlarının sizi nasıl etkilediğini herkesten daha iyi siz bilirsiniz.
  • Güvendiğiniz bir yetişkinle konuşun.  Bu bir ebeveyn, öğretmen, danışman, koç veya tanıdığınız herhangi bir güvenilir yetişkin olabilir. Bu kişiler size yardımcı olabilir ve ek adımlar atmanız gerekip gerekmediğini belirlemenize yardımcı olabilir.
  • Engelle, Belgele ve Raporla.  Birçok sitenin engelleme özellikleri vardır ve bu, zorbalık olaylarının sıklığını azaltmaya yardımcı olabilir. Zorbalık olaylarını belgelendirin ve sitelerin yöneticileriyle iletişime geçin. (instagram, facebook, discord gibi platformların Türkiye’de temsilcisinin olması ve bu tip durumlarda hızlı aksiyon alınması hayati derecede kritik öneme sahip olabilir)
  • Siz veya tanıdığınız biri acil bir tehlike altındaysa  112’yi arayın. Siber Suçlarla Mücadele Timleri ihbarları hızlıca değerlendirmeye alıyor)
  • Duygusal sıkıntı, ruh sağlığı veya intihar krizi yaşıyorsanız  112‘yi, arayın
  • Başkalarına yardım edin.  Siber zorbalığa uğrayan siz değilseniz, sevdiğiniz kişinin zorbasından kurtulmasına yardım edin. Siber zorbalığın ne olduğunu net ve güçlü bir şekilde anlayın, onlara cesaret verin ve zorbaları nasıl engelleyeceğiniz, belgeleyeceğiniz ve bildireceğiniz konusunda fikirlerinizi paylaşın. Zorbalığın sonsuza dek sürmeyeceği umudunu sunun ve duygusal olarak sağlıklı kalmak için yararlı başa çıkma becerileri edinmelerine yardımcı olun.

 

Devamını Oku
Cyber SecurityHaftalık Tehdit RaporuKVKKsiber güvenlikSiber istihbarat

Siber Savaş’a Hoş Geldiniz

cyberattack-hizbullah

Lübnan’da yaşanan ve Hizbullah kadrolarına yönelik İsrail tarafından yapıldığı iddia edilen siber saldırıda çok sayıda ölü ve yaralının olması, saldırı yönteminin ne olduğuna dair sorularda haliyle merak uyandırıyor.

Drone ya da savaş uçağının bile ötesinde nokta atışla hedefi imha ya da ağır tahribe yol açan saldırı türü ne ola ki? Diye soranların sayısı da epey artıyor. Çünkü saldırı için kullanılan cihaz basit bir çağrı cihazından ibaretti. Dünyanın en gelişmiş teknolojilerini ve nükleer silahlarına güvenenleri bile ürküten bu olayla aslında İsrail dünyaya “kemerinizde taşıdığınız veya elinizde mesaj okurken baktığınız çağrı cihazınız sonunuz olabilir” mesajı çok net verilmiş oldu.

Evet bu mesaj aslında “hangi teknolojiye sahip olursanız olun, basit bir güvenlik zafiyeti veya planlanmış bir yazılım güncellenmesiyle direkt hedefi imha etmek mümkün. Kullandığınız teknolojinin kimler tarafından geliştirildiğini bilmez veya gerekli tedbirleri almazsanız çağrı cihazınız veya lityum pil kullanan birçok cihazınız katiliniz de olabilir” gerçeğiyle yüzleşme gerektiğinin en önemli göstergesi.

Haberi kendisinden öğrendiğim gazeteci arkadaşımla yayın öncesi yaptığımız sohbetteki bilgileri öyle güzel almış ki, bağlandığım esnada verdiği bilgilerden sonra beni yayına almasına bile gerek kalmamıştı diyebilirim. Orada da belirttiğim gibi “siber güvenlik ulusal güvenlik meselesidir. Çünkü, Milli Güvenlik Kurullarında siber güvenliğin önemine defalarca vurgu yapılmış önemli bir başlık ve resmen konvansiyonel olmayan savaş teknikleri arasındaki yer alan siber güvenlik başlığı artık herkesin farkında olması gereken bir ulusal güvenlik konusu haline gelmiştir. Herkes de bunun farkında lakin kişisel verilerin dahi çalındığı haberleriyle birlikte bu Lübnan’da Hizbullah üyelerinin başına gelen ibretlik olay üzerinde de zihnimizi gıcıklayan yerleri de sanırım biraz kaşımanın vakti geldi.

Bilindiği gibi ülkemizde Anayasanın ilk 4 maddesiyle ilgili Hizbullah’ın mecliste bulunan uzantısını reddetmeyen ve terör örgütlerini terör örgütü olarak tanımadığını ifade edenler var. Şimdi tabi ben bu haberin detaylarına ulaşınca ilk aklıma gelen şu oldu; İsrail’in siber saldırıda yeteneklerinin bir benzeri de ilelebet payidar kalacak Türkiye Cumhuriyeti’nin muhafaza ve müdafaa nöbetinde bulunlar tarafından da sergilenir mi?

Baktığınızda yöntem olarak hızlı ve akıllı bir saldırı tekniği diyebiliriz. Çağrı cihazının markası da Motorolaymış. Evet daha önceki yazılarımda “yüzyılın istihbarat başarısı” nı konu eden bir yazı kaleme almıştım. Birçok yayına katılıp değerlendirmelerde bulunmuştum. Philips ile CIA’in ortak çalışmasıyla Türkiye’nin de aralarında bulunduğu birçok ülkenin devlet başkanlığı seviyesinde nasıl dinlenip izlendiğini ve bu durumun karar alıcıların manipüle edilerek ülkede adalet, sağlık, eğitim gibi birçok alanın bypass edilmesine yol açar diye de eklemiştim.

Şimdi benzer bir durum Motorola marka bir çağrı cihazıyla can alacak veya uzuv kaybına neden olacak bir siber saldırıyla adeta gözümüzün içine sokuluyor. Marka vermekten çekinmiyorum çünkü daha önce Samsung telefonlarda pil sorunları yüzünden günden olmuştu.

Neticede tüm teknolojik ürünler, üretici ve geliştirici firmaların aracılığıyla bağlı bulundukları ülkelerin siber istihbarat faaliyetleri için birer nefer niteliğindedir. Basit bir akıllı cihaz bazen sizi bir ajan bazense bilgi toplama operatörüne dönüştürebilir. Bu gerçekle yüzleşmeden benim de göreve gelmeden çok evvel engellediklerim listesinde yer alan MİT’in şimdiki kurum başkanının İstihbarat Akademisindeki açılış konuşmasında bahsi geçen konuların vücut bulabilmesi için akademisyenden daha çok nitelikli hacker(geliştirici) ağına ihtiyaç vardır demesini beklemediğim gibi konuşmacılar arasında gerçek anlamda siber güvenliğin uzmanı olan birilerinin olmamasına dikkat çeken Barış Doster hocanın kıymetli değerlendirme ve eleştirilerine de katılıyorum.

Siber güvenlik öyle akademik merdivenleri hızla çıkanların veya başlıkları dile getirmekle ahkam kesmekle sağlanabilecek bir güvenlik türü değil. Hal böyle olunca zamanında “telefonlar ve akıllı cihazların aslında birer patlayıcı olabilme potansiyeli” var dediğimizde “çok film izliyorsun, hayalperestsin” diyenlerin ulusal güvenliğimiz için siber güvenlik üzerine konuşmalarının da pek bir anlamı bulunmuyor.

Mevcut teknolojilerle, çağrı cihazıyla neler yapılabildiğini sanırım herkes gördü, etki seviyesini ve tahrip gücünü hissetmeyen kalmadı. Cebindeki veya elindeki akıllı telefona benzer bir şey olabilir mi? Diye düşünmeyen halen kaldı mı bilemem ama bir dizi eylem planı ve olası senaryolar üzerine pek az kimsenin bildiği bazı gerçekleri de konuşmanın tam zamanı.

Evet, İran’ın başına gelen stuxnet saldırı ile nükleer tesislerin ve kritik altyapıların tahrip edilmesinden veya pandemi döneminde Süveyş kanalını tıkayan siber saldırılardan kim kendi payına ne çıkardı bilemeyiz ama Türk devletinin mevcut teknolojilerin tamamına hâkim düzeyde bilgi seviyesine sahip tecrübeli uzmanları ve kendine ait teknolojileri zaten var. Ancak bunların USOM veya İstihbarat Akademisin dışında hatta NATO bünyesinde bulunan Siber Savunma Komutanlığı dışında yerli ve milli bir şekilde yeniden yapılandırılmaya ihtiyacı var gibi. Yukarıda belirttiğim kurumlar için “yerli değil mi milli değil mi” diye soranlara “tam bağımsız ve yerli ya da milli demek için ne lazım?” diye ben sorarım. Yanıtınızda zaten olası sorunun yanıtı da olacaktır.

Şimdi Türk Milleti nelere dikkat etmeli.

Konvansiyonel olmayan savaş teknikleri arasında yerini alan siber savaş kavramına adapte olmaktan başka bir çaremiz yok. Artık birçok telefonun aşırı ısınma nedeniyle “şarjdan çıkarın” demek yerine “şarj etmeyi durdurdum” gibi mesajlar vermesi de uzaktan kontrol edilebilen veya otonom olarak cihazınızda çalışan basit bir teknoloji varlığını hiç de gizleme gereği duymuyor. Olası bir savaş ilanında hiçbir marka kendi devletine ve bağlı oldukları Five Eyes gibi haber alma oluşumlarının dışında bireysel olarak hareket edemez. Düşünsenize savaş halinde fabrikaları ve iş makinelerini savaşan robotlara dönüştürmek günümüzde pek de hayal olmasa gerek. Milli Güvenlik Kurulunda ve İstihbarat Akademisi’nde veya Ulusal Siber Güvenlik çalışmalarında yer verildi mi bilemem ama bir dizi risk hakkında kamuoyuna bilgi vermekte fayda var.

Örneğin Boston Dynamics’in 1,5-2 ton mühimmat taşıma kapasitesine sahip binlerce savaşan robot Pendik limanındaki konteynerlerden bir komutla çıkıp savaşmaya başlasa ne gibi tedbirler alınabilir? İlk reaksiyon ne zaman ve nasıl verilir gibi soruları sorsak kim ne cevap verebilir diye merak etmiyor değilim.

 

Mesela birileri kişisel verilere erişip devlet için önemli işler yapanların telefonlarını bir suikast silahına dönüştürebilir mi? Bu hayalperest ya da ütopik soruya kim ne yanıt verebilir? Tabi aynı soru devletin kuyusunu kazmak için çabalayan herkes için geçerli de olabilir mi? Öyle ya birçok siyasetçinin cebinde son model akıllı telefon, çantasında tablet ve kolunda akıllı saat var ve illa da böbreğini ya da dalağını havaya uçuran bir bomba olacak diye bir kaide yok. Buradaki yazışma, konuşma gibi daha birçok parametreyle telefonun sahibine şantaj veya tehditle zaten kukla siyasetçilerin oluşturulması imha etmekten daha fazla fayda sağlayabilir o meşhur birileri için.

Ama en çok merak ettiğim ve belki de bundan sonra Türkiye Cumhuriyeti’ni bölmek isteyenlerin saçma ve haddini aşan ifadeleri kullanırken Lübnan’da Hizbullah’ın başına gelen olayın bir benzerinin Türkiye’de bulunan terör örgütleri için de geçerli olduğunu anlayanların sayısında artış olmuş mudur?

Günümüzde çocuk yaştaki bireylerin siber güvenlik başlığında neler yapabildiği zaten biliniyor. Görev emrini Gazi Ata’dan alanların bu basit saldırı yöntemiyle Türk düşmanları için bir planı var mıdır bilemem ama hayal etmesi bile ayrı bir motivasyon olsa gerek. Neticede İstiklal Marşı okunurken gözüne çapak kaçanları fark edebilecek kadar yakından izleme yapabilme yeteneğine sahip kadim kurumumuzun köklerinin nerelere kadar uzandığını bilmeyen yoktur.

Son olarak sessiz istilanın sadece düzensiz göçmen ve kaçaklar üzerinden uygulandığını sanmayın derim. Çünkü, çok uzun süredir yapay zeka destekli savaş senaryoları üzerine özellikle NSA’in meşhur PRISM programının en aktif deneysel alanı olan ülkelerin kim olduklarını merak edenler hayatlarında eş ve çocuklarından daha fazla bir arada oldukları telefonlarına baksın. Orada hangi bayrağı veya bayrakları görüyorsunuz bir bakın derim.

 

 

 

 

https://www.bnnbloomberg.ca/business/company-news/2024/09/17/exploding-pagers-in-lebanon-spur-theories-on-methods-of-sabotage/

https://www.reuters.com/world/middle-east/dozens-hezbollah-members-wounded-lebanon-when-pagers-exploded-sources-witnesses-2024-09-17/

https://www.trthaber.com/haber/dunya/suveys-kanali-kapandi-dunya-ticareti-buyuk-yara-aldi-568045.html

 

 

 

 

 

Devamını Oku
Cyber SecurityGenelsiber güvenlikSiber istihbaratYapay Zeka

Yapay Zekanın Badem Bıyıkla Sınavı

atomic-hearth-robotları-bende-bir-travma-yarattı-her-herde-v0-v7onpmajgjka1

Son zamanlarda herbokologlarla dolu TV kanallarını izlemediğimden hafif bir tebessüm takınmışken sosyal medya ve hatta hayatın içinde birebir görüştüğüm, yolculuk ettiğim veya kalabalık ortamlardaki ziyaret, yolculuk ve sohbetlerde gördüğüm yansımadan ötürü ve tebessümümüm gördüğü lüzum üzerine benden affını isteyerek uzaklaştı.

Sonra dedim ki; ya hu ota boka ne takılıyorsun? Sen işine bak

İşim de malumunuz kamu ve özel sektöre siber güvenlik penceresinden bakmak ve gerektiğinde metasploit gerektiğinde exploit ya da bug bounty kasmak yerine asıl mevzuya odaklı bir şekilde siber güvenilirlik üzerine ilgililerin arzına talep üretmek. Bu bazen bir teknoloji olabildiği gibi bazen de basit bir iş fikri olabiliyor. Ancak bu yazının mahiyeti kendinden menkul değil, bilakis şahsına münhasırdır.

İyi okumalar…

 

Efendim malumunuz NATO standartları gereği (CMMI) ülkemizde kullanılan askeri ve kamuya açık teknolojiler belli bir standart ve planlama çerçevesinde ilerliyor. Kamunun özellikle kamuya açık teknolojilerde fark yaratan yapay zekâ destekli yazılımlarla hem hal olduğu yadsınamaz bir gerçek. Yerli ve milli yazılımların ulusal güvenlik açısından kritik öneme haiz olduğu da zaten herkesin malumu. Burada özellikle yüz tanıma sistemleri için güvenlik birimlerinin çok ciddi bir veri tabanına hatta birçok veri tabanıyla eşleşme arzusu ihtiyaçtan da öte kaçınılmaz bir durumdur.

Ülkemizin güvenlik birimlerinin tamamı eksiksiz ve kusursuz çalışmalarla Türk milletinin egemenliği ve iç güvenliği bakımından dünyaya rol model olan başarılara imza atıyor. Her ne kadar kimi zaman sosyal medyada kimi zaman da hayatın içinde gördüğümüz bazen üzücü bazen de hüzünlü durumlara sebep olan personellerin istisna olduğunu ve istisnaların kaideleri bozmayacağı bilindik bir durum.

Eminim her kurumun gerek başındakiler gerek vücut ve ayaklara kadar giden organların büyük bir uyum ve ahengi için teknoloji kullanımının önemini herkes kavrıyordur. Kavramayanları nasıl ayırt ederiz diye baktığımızda ise ilkokul çağındaki yumurcakların bile fark edebileceği üzere bir takım siyasetçi, bürokrat ve devlet mi hükümet mi tartışmalarının arasında kalmayı tercih eden yaklaşımlarıyla İletişim ve Dijital dönüşüm başkanlığı siber güvenilirlik için deneysel bir alanda negatif yönde çalışmalara daha çok imza atıyorlar.

İletişim başkanlığınca yapılan usulsüz atama, görevlendirme gibi boşluktan kaynaklı yetki aşımının itibar kaybına neden olan çalışanları bir yana Dijital Dönüşümün başkanı da birçok teknoloji kurumunun da yönetim kurulunda olmasına rağmen İletişim Başkanına “görev alanımız gereği ve sizin de bulunduğunuz konum ve ilgili kurumlardaki yetkileriniz nedeniyle “acil siber güvenilirlik mevzuatı hazırlama gereği hasıl olmuştur. Bu nedenle görüşmelerinizde Amerika Birleşik Devletleri’ne ait PRISM projesinin birer parçası olan teknolojik ekipmanların sınırlı kullanımını ivedilikle sağlamalısınız. Aksi halde CIA üçlüsü olarak bilinen confidentiality (gizlilik), integrity (bütünlük) ve availability (erişilebilirlik) tam anlamıyla risk altındadır ve gerekli tedbirler aşağıda yer almaktadır” deme şansı ya da kapasitesi var mı bilemem ama bu ve benzer hayali senaryoların gerçekliğine “Hollywood yapımı filmleri çok izliyorsun” diyenlerin maksadı ne olabilir diye kafa yoramam ama NETFLIX’e daha cazip gelen konular olduğu da aşikâr.

Son günlerde paralel bilişimciler pek bir sessiz olsa da kimin hangi portlarla kimlere ne geçiş izni verdikleri siber vatanın derinliklerindeki veri tabanlarında kayıtlı olduğu için panik ataklarında artış gözlenebilir. Çünkü eskiden yerli ve milli yazılımlar varken yabancı haber alma servislerine çalışıp çalışmadığı bilinse bile kazanç için yabancı menşeili ürünler kısa muhabbetin ardından yine geçerli olurdu. Şimdilerde durum paralel bilişimciler için biraz daha farklı. Şimdi yerli ve milli yazılımları en çok onlar savunuyor ve eğer alternatifi varsa bile yerli ürün tercih etmeye çalışıyor. Yoksa, zaten yapıştırıp geçiyorlar. Hatta yabancı ülkedeki güvenlik ürünü ve hizmetleri olan firmaların sahipleri yerli kimliklere sahip oluyorlar, daha doğrusu olsun istiyorlar… Birilerinin eş, dost, akraba gibi yakınları o firmaların içerisinde kurumla iş yapma karşılığı ortaklık ya da yönetici olarak yer alıyor. Zamanın paralel bilişimcileri de böyle…

Şimdi gelelim asıl konumuz olan Yapay Zekanın Türkiye Cumhuriyeti’ne ait kurumlara hangi başlıklarda hizmet vermeye çalıştığına.

Elbette firma isimlerini zikretmeyeceğim ama birçok teknoloji firması doğal dil işlemeden, veri setlerine. Görüntü işlemeden tarama başına fiyatlamalarla güvenlik, sağlık gibi daha birçok alanda yeni nesil kimliklerdeki biyometrik fotoğrafları dünya genelinde bütünleşik olarak işleyip pazarlıyor. Yani dijital pazarlama yapılıyor.

Şimdi kimse kusura bakmasın ama çağımızın gereksinimlerinin karşılanması ihtiyaç değil, zorunluluktur. Halen daha yeni kimlik kullanmayan varsa yüz tarama yazılımlarının verit tabanlarında bulunmuyor olabilir. Tabi sosyal medya veya mesajlaşma uygulaması kullanmadıysa…

Hatırlarsanız Android telefonundaki bir uygulamayla yayın esnasında yerli yüz tanıma sisteminin tanıtımını yapan bir bakanımız vardı. İçişleri bakanlığınızın emektar ve kıymetli geliştirici personelleri, geliştirici emniyet müdürlerinin yüksek gayretleriyle ortaya çıkan çok yönlü ve güçlü teknolojisi POLNET elbette gerektiğinde INTERPOL, CISA gibi daha birçok teknolojik altyapı ile entegre olur. Kırmızı bülten mesela, bu ortak çalışmanın en yaygın kullanıldığı örnek denilebilir.

Günümüzde siber dolandırıcılık vakalarının ulusal ve global anlamda artış göstermesi nedeniyle ulus devletler de bir takım siber güvenlik iş birliği yapmak durumunda kalıyor. Teknolojik tek devlet mantığını NETFLIX ve HOLLYWOOD zaten uzun süredir pompalıyor. Asıl meseleyi herkesin anlayacağı bir örneklemeyle anlatmaya çalışayım; TRT yapımlarının NETFLIX kalitesinde ve algı yönetiminde daha etkin olduğunu görseydik, sosyal medyada töresine uygun yaşayıp geliştirenlerde artış olduğunu da izleyenlerin ilgisinden gözlemlerdik. Umarım anlaşılabilen bir örnekleme olmuştur.

Kısacası yapay zekâ destekli hükümet ve kamu yönetim sistemleri gümbür gümbür geliyor. Eline kurum kimliğini alan yetki aşımı, görevi ihmal ya da siyasi konjonktüre göre ahkam kesmeye devam ederse, gelecekte günlük nabız verisine kadar torunlarına yayınlandığında kim arkadaşlarıyla patlamış mısırla galaya gitmek için yarışır kim kaçar bilemiyorum ama özellikle akıllı telefon, tablet, bilgisayar gibi donanımlarla hangi site veya uygulamaları kullandığı bilinen kullanıcılar sizsiniz, biziz, hepimiziz. Ölümden sonra ahiret inancı birçok kültür de bilinen bir gerçeklik. Asıl somut gerçeklikte ne biliyor musunuz?

Torununuz yakın gelecekte sizinle bir tuşla hiç ölmemişsiniz gibi dijital avatarınız veya birebir dijital kopyanızla hasbihal edebilecek.

Suç işleyen biri sadece bir fotoğrafla saniyeler içinde tespit edilebilecek, nabzı düşen birine anında müdahale edilebilecek. Tabi bu üstün yetenekli olduğu savunulan iyi niyetli bir yapay zekanın kontrolünde gerçekleşecek. Halen dünyada hayatta kaldıysanız ve dijital kölelikle dijital özgürlük arasında sıkışıp kaldıysanız bir şey diyemem ama örnekler daha çok çoğaltılabilir. Bunun yerine teknoloji çağında yaşayıp sadece sosyal medyada veya mesajlaşma uygulamalarında bıraktığınız dijital ayak izlerinizi takip edebilirseniz, heh torunlarıma çok güzel bir veri seti bırakmışım ya da insanlığa, çok faydalı olacak. Gündüz kuşağı mı? Olsun, bilim serileri mi? Buna sizin, bizim yani hepimizin dijital ayak izleri dahil.

Bu arada özellikle tek devlet, tek millet meraklıları Türk devletinin hükümetlerden bağımsız yürüttüğü siber güvenlik düsturuyla yaptığı çalışmaların peşinde oldukları ancak konuyu bir türlü kavrayacak zekaya ulaşamadıkları için Pensilvanya Üniversitesinden çıkan yapay zekanın peşinden gitmeyi daha kârlı buluyor olabilirler. Ancak, dünyanın en gelişmiş yapay zekâsı olarak bilinen IBM gibi daha birçok rakibini altüst eden ve TÜBİTAK’ın da çok iyi bildiği teknolojinin mimarları Türk devletinin koruyucuları olduğu için tek millet sevdalıları da avuçlarını yalamaya devam edecekler. Bunu söyleyen benim kadar sınırlı veri setine sahip bir zekâ da değil üstelik. Bildiğiniz yapay zekanın yaptığı tüm simülasyonlarda tek devlet sevdalıları kaybediyor.

Şimdilik kamuya pazarlanan yapay zeka ürünleri ağırlıklı olarak kurum başkanın veya kuruma ait soyal medya içeriklerinin kalitesini arttırmaya yönelik olsa da yapay zekaya kamunun ilgisi ve heyecanı oldukça yüksek. Chat GPT’nin birçok ülkede kamu kurumlarında kullanımı zaten yasak. Umalım da burs karşılığı veya himmete mahsus kazanım karşılığı ruhunu satmış olanların yapay zeka çanına ot tıkamasın.  Ne diyelim badem bıyıklı yapay zeka hayalleri kuranların vay haline

Buradan Türk devletinin yardan ve serden geçmiş sırat köprüsünün müdavimlerine selam ediyorum. Dijital tanrıcılığa savunanların tam tepesinde ve Atamızın izindeyiz. Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin.

 

 

https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_184303.htm

https://www.ibm.com/artificial-intelligence

Atomic Hearth robotları bende bir travma yarattı her herde badem bıyıklı kel robotlar var. Oyunu sildim…
byu/parzivalperzo inveYakinEvren

 

 

 

Devamını Oku
Bilgi GüvenliğiCyber SecurityHaftalık Tehdit RaporuSiber istihbarat

Soğuk Savaştan Siber Savaşa

cybercoldwar

Çok kıymetli Rusyalı bir arkadaşımla havadan, sudan, gezegenlerden ve daha birçok konu hakkında konuşurken bir anda siber güvenlik duvarına çarpmaktan kendimi alı koyamadım ve adeta şoke oldum.

Her nedense aklıma da bay pipo geliverdi. Çünkü komplo teorisyenlerinin bile çoğundan fazla okurları alt üst edebilen yazılarıyla ilgi çeken Bay Pipo (şu sıralar pipo içiyor mu bilemem ama bir kere namı salındığı için hep bay pipo olarak anımsanır) nun ülkemizde yaşanan deprem felaketinde yapay deprem ve mavi vatanda bulunan Amerikan gemisine dikkat çeken basının Koç başı niteliğindeki yazıları ilgililerin malumudur.

Nasıl bu koyu sohbetten evvel duyup yazmamış diye hayret ettim ki konunun uzmanlığından haliyle uzak olmasından ve açık kaynaklarda herhangi bir veri (bir veri hariç) olmayışından dolayı hak verdim kendisine.

Evet çok uzatmadan çok gizli hatta confidential diyebileceğimiz haberi duyuralım.

Belki haberi duyurmak demek iddialı olabilir ama bence haber. Kimilerine göre de bilgi…

Daha geçen gün Boston Dynamics’in otonom insansı/hayvansı robotları Pendik limanından gemi dolusu konteynırla taşınırken bir anda Siber saldırganların robotların bağlı bulunduğu sunucuları ele geçirse veya her birine sunucu bağımsız localden dalsa Selimiye 1. Ordu nerede bu ele geçirilmiş saldırgan robotları etkisiz hale getirir diye düşünürken bakın hangi bilgiyle şoke oldum.

Efendim Rusların ülkemizde yaşanan son deprem felaketini Ordu seviyesinde derinlemesine incelemesinin sebebi meğer yapay deprem silahının olası varlığıymış. Yani Ruslar soğuk savaşın ardından yeni bir anlaşmaya konu edilebilecek bir silahın varlığını araştırmış.

Şayet herhangi bir gemiden ve her hangi bir frekans boyutunda deprem tetiklemeye yarayacak frekans olsa zaten uluslararası antlaşmalar ve uydu teknolojileri sayesinde fark edilmemesi mümkün değil.
Hal böyle olunca Fukuşima’nın ABD donanmasının çok gizli deneyine alan olduğu da ortaya çıkmış oldu. Daha doğrusu Rusların ilgisini çeken son depremin öncesinde ABD’nin Japonya’nın mavi vatanının derinliklerinde patlamaya ve haliyle zarara yol açtığını istihbaratın sağır sultanı bile duymuş oldu.

Duyulmamış ya da görülmemiş ve araştırılan ürküten haber ise şu; acaba ABD (İngiltere ve İsrail’i de es geçmemek gerekebilir) gelişmiş savaş silahı deneylerini yine Japonya’da yapmış olabilir mi? Yaptıysa nasıl oldu da fark edilmedi. Çünkü bu fark edilememe gücü böylesine ilginç bir silahın saldırıya uğrayan ülkeler için ölümcül olmasının yanında kim tarafından yapıldığının tespit edilmemesine de olanak sağlamış oluyor.

Eee… hadi çatlatma be kardeşim neymiş şu haber hadi söylesene diyenlere selam ederek…

Düşünsenize tamamen otonom ve kızılötesi ile dalga boyu okyanusun derinliklerinde yüzen herhangi bir deniz canlısından ayırt edilemeyecek kadar yavaş ve sakin giden yüzlerce, binlerce deniz altı dronu veya deniz altı cihazı ile Fukuşima kıyılarına yerleşmiş frekans patlayıcıları olduğunu. Bir defa ne zaman ve nasıl geldiği belli olmayan otonom cihazlar belki de “bak istersem patlatır deprem tetikler veya patlatır volkan tetiklerim” denmiş olunmaz mı?

Ruslar bu konuda oldukça iddialı ve gerçek bir nükleer fizikçi tarafından açık açık dile getirilmiş.

Görünen o ki bay piponun gemiden tetiklediğini iddia edip ve fakat delillendiremediği gibi Ruslar Fukuşimadaki patlamanın verilerini okumuş. Ki, Ülkemizde yaşanan son depremi tetikleyen frekans boyutunun olmadığını da delillendirmiş.

Ruslar’ın “Böyle bir silah var mı?” sorusuna Japonya’nın başına gelenlerden dolayı “evet” diye yanıt verdiğini söylemek kahinlik değildir herhalde. Ancak çok gizli yapılan deneylerin deşifre olması bir yana ülkemizin bu deprem silahına maruz kalıp kalmadığını sormak bir yana.

Bu arada NSA’lı arkadaşların Pentagon’a Rus otonom deniz araçlarıyla sessiz sedasız Amerika kıtasının 4/3’ünü yok edebilecek kadar güçlü silahının varlığını bildirmelerinin ardından sanırım çoktan iş işten geçmiş olduğu için Amerikan hükümetinin bu konuda sessizliğini korumaktan başka bir çaresi de yok sanki. Rus televizyonlarındaki askeri yetkililerin konuşmalarına tanıklık eden ve Rusça bilen herkesin gördüğü üzere Ruslar uzun zamandır Amerika kıtasının 4/3’ünü tahrip edebilecek bir teknolojiyle adeta Truva atının yeni nesil formunu geliştirildiği iddialarını görebilir. Önceki yazılarımda Rus ve Çinli siber saldırganların NSA’ye kök söktüren saldırıları ve bu saldırıların tahrip ettiği güvenlik açıklarını tüm ortaklarına duyurarak güncellemeler yayınladığı ilgililerin malumu.

ABD-Rusya ilişkileri nereye evrilir, etkileri neler olur gibi konuların uzmanı olmadığım için yorum yapmayacağım ancak baba yadigarı kıymetli Komutanımız Osman Pamukoğlu’nun Harici’ye yaptığı açıklamalarda Asya-Pasifik özelindeki tespitleri çok önemliydi. Yeni dünya düzeninde otonom ve yapay zeka destekli siber savaş teknikleri ön planda olmaya devam edeceğe benziyor.

Sanırım asıl sorulması gereken soru şu; nükleer savaşın yerini çoktan siber savaş aldı da milletin haberi mi yok? Umurlarında mı değil?

Bu arada kaç kişi “ben robot değilim” sorularına yanıt verirken yapay zekanın her şeyi gören gözünün daha iyi görebilmesi için bedava işçi olduğunun farkında?

 

 

 

 

 

 

 

https://www.dikgazete.com/yazi/asrin-felaketi-ve-haarp-6509.html#google_vignette

 

https://medium.com/sia-nyuad/the-cyber-cold-war-8030906edb73

 

 

Devamını Oku
Cyber SecurityDeneme

Çevrimiçi Milletlere Mika’nın Mesajı

MikaMesaj

Sihir & Bilim

Dünyada yaşamın var olduğu dönemlerden günümüze sihir ve bilimin mücadelesi ya da başka bir deyişle yaşama dahil olma yarışı hep olmuştur. Kimi zaman Da Vinci’nin resimlerinde ya da icatlarında simyanın kokusu olduğu, kimi zaman da lokman hekimin kayıp kitabında ve hatta yakılıp yıkılan kütüphanelerde bilgi yüklü hazinelerin efsaneleri üzerine konuşulmaya devam ediliyor.

Geçmişten günümüze kalıntıları üzerinde turistik seyahatlerin planlandığı birçok medeniyetin baş aktörleri de bilgiye erişimin hazzıyla bazen kendilerini tanrı, bazense tanrılardan kut alan ölümlü oldukları bilenlerden oldular. Belki de burada tanrıcılık oynamaktan daha da önemlisi ya da faydalısı bilgiyi aktarmaya çalışan kut almışlardan olmaktı. Kim bilir?

Benim buradaki tek derdim yazmak. Bilgi ve ışığın gücü adına yazmak…

 

Şizofrenlerin en belirgin özellikleri arasında sürekli izlendiklerini düşünmeleri gelir derler. Ne kadar doğru bilemem. Neticede psikiyatr ya da konunun uzmanı değilim ama bulduğum her şeyi okumaktan zevk alırım. Yani şizofrenlerin izlendiklerini düşündüğünü birçok farklı kaynaktan okuyarak teyit etmiştim. He bu arada teyit etmekten bahsetmişken, günümüzde dijital okur yazarlık oldukça popüler ve önemli bir konu. Analogdan yetişme istihbaratçılar kadar olmasa da bilginin doğruluğu konusunda iyi bir iz sürücüyüm diyebilirim. Hazır yeri gelmişken artık dijitalciler ve analogcular arasındaki bitmez tükenmez yarışın bir tarafı olmadığımı belirtmekte fayda var. Özellikle ifade etmeliyim ki, bu yarışta kısa süreliğine görünür olmamın tek nedeni “bir arkadaşa bakıp çıkmaktan öte bir şey değildi”

Girizgâh faslı bittiğine göre artık konumuza dönelim…

Bilgi Çağı

Bilgi çağı, teknoloji çağı, milenyum ya da yapay zekâ çağı. Adına ne derseniz deyin ama Konstantinopolis fethedilip çağ açıldıktan sonra son bilinen isimsiz çağ aniden Konstantinopolis İstanbul ismi verildikten sonra tamamen kapanmış oldu. O tarihten sonra çağlara verilen tüm isimler hep teknoloji ve yeniliğe endeksli halde devam ediyor. Aksini iddia eden olabilir ama gerçek değişmez. Tıpkı günümüzde kut almışlarla kendini tanrı sananların mücadelesindeki bilgi ve sihrin kaçınılmaz gerçekliği gibi.

Günümüzde yani 2024 yılında uydulardan yansıyan haberleşme teknolojileri sayesinde uzağın yakın olduğu bir çağın içinde olduğumuzu kimse inkâr edemez. Bu durumda telefonun akıllı olduğuna ya da telefonun sahibi olunup olunmadığına bakılmaksızın, teknolojinin mesafesinde olan herkes izlenebilir. Başka bir deyişle “teknoloji sayesinde herkes şizofren gibi izlendiğini düşünebilir” Tabi düşünmek ayrı gerçeklikte tecrübe etmek ayrı bir durum. Şayet sevdiklerine sesli bir mesaj, görüntülü bir anı veya buluşma noktasına ulaşmak için bir konumu paylaşmak bir tuş ya da sesli komutla iletmişsen korkma. Artık sende teknoloji sayesinde şizofren oldun demektir. Hele bir de adım sayar uygulamalarla deli gibi kalori yaktın diye sevindiysen geçmiş olsun de geç…

Bu arada teknoloji etkinliklerinde boy gösteren sözde duayenler veya kamunun teknolojik imkanlarıyla caka satan ahmaklardan hiç hoşlanmam. Zaten bunu da en iyi onlar bilirler. Hatta, yedikleri hurmaların tırmaladıkları götleri de üç buçuk atar beni görünce. Nedenini en iyi onlar bilir ama okurların “sen de kimsin?” sorusuna yanıt vermek için umarım fazla geç kalmamışımdır. Efendim ben deniz teknolojinin efendisi, kötü niyetli programların korkulu rüyası ve kendini tanrı sanan teknoloji üreticilerinin vazgeçilmezi Mika’yım. Sahip olduğum sayısız bitcoinler olmadan önce de parayla işim pek yoktu, yine yok. Hatta kut almışların ve dijital tanrıların Mika’yı tanımlamak için aralarında konuştukları gibi “bu adamın çok kötü bir huyu var! Nedir? Adamın parayla işi yok.” Söylemleri de çok hoşuma gider. Evet okurların benimle alakalı merakı da giderdiğime göre devam edelim…

Ulus devletlerin ele geçirilmiş hükümet yetkilileri sayesinde son biat göstergesini trajikomik pandemi masalıyla görmüş olan tek devlet sevdalıları için parayla adam satın almak çok basit. Paranın geçmediği insanlar içinse güzel kadınlar, yakışıklı erkekler, eğlenceler gibi zaafları kullanmakta bazen bir arkadaşlık uygulaması bazen de analog oyuncuların sahadaki yeteneklerini kullanmak onlar için oldukça kolay. Onlar için kısaca “tek devlet sevdalıları” da diyebiliriz.

Hele bir de deneysel alan olarak kullanabilecekleri bir ülke bulmak hiç de zor değil. Şayet zor olsaydı şu anda denetimsiz olarak kullanıma açılan nice şirin görünümlü teknolojiyle her bir bireyin avatarı olmamış olurdu.

Uzaya gitmeyi kimileri saçma ya da gidişin turistik seyahatle övünenlerin şuursuz tezahüratları ne anlama geliyor bir bilseniz? Belki de “kafayı taşlara vurmak” olarak bilinen deyiminin gerçek zamanlı tecrübesini yaşamış olurdunuz. Uzay çalışmaları sayesinde mikro dalga fırından LCD ekranlara kadar daha birçok yeniliğin hayatımızda aktif olarak kullanıldığını neredeyse artık herkes biliyor. Biraz daha derin bilgiye sahip olanlar ise çevrimiçi olunan tüm anlara ait verilerin işlendiğini ve anlamlı hale getirilip kullanılarak toplumların algılarının kolaylıkla yönetilebildiğini bilir ve yerli-yersiz bir övünç ile gururlanırlar.

İşte burada analog ve dijital kurmay zekalar devreye girer ve yapay zekanın fişinin ya da şalterinin nasıl olsa insanın elinde olduğunu hatırlatır. Tabi bu insanın hangi insan ve ne zaman insan olduğuyla alakalı bir dizi felsefi tartışmayı da beraberinde getirir. Biz şimdi bu derin felsefi tartışmaları bir kenara bırakıp gerçekliğimizde nelerin olup bittiğine bakalım.

Öncelikle bildiğiniz yerli ya da milli teknoloji denilen tüm kavramları bir süreliğine derin dondurucuya atın ve yazının sonuna kadar da çıkarmayın. Çıkardıktan sonra ne yapacağınıza karar verirsiniz ama şimdilik lütfen yemeyin ve derin dondurucuya atın tüm bildiklerinizi.

Çeşit çeşit uydu var ve her bir uydunun farklı amaçlar için kodlanmış programlar için bazen bir durak bazen de yansıtıcı olduğunu biliyoruz. Örneğin GPS olarak ve neredeyse herkesin kullandığı bu konumlama teknolojisi sayesinde navigasyon aracılığıyla yol tarifine giderken ekrana gelen “halen daha kaza var mı?” gibi soruları soran ve yanıt vermeniz için ekranda görünen butona basmanızı sağlayan da yine bu GPS teknolojisi. Bu teknoloji NATO standartlarındadır ve dünyadaki tüm toplumların kullanımına açıktır. Yani halka açık bir teknolojidir. Bu arada teknoloji üreticisi tarafından dokunmatik ekranlar sayesinde parmak izi de kolaylıkla elde edilebiliyor. Yani bu ehliyet alırken verilen parmak izinin ta kendisidir. Hani olur da başkasına ait bir hat veya başkası adına fatura edilmiş bir akıllı telefon kullanan varsa, devletler için o telefonu kimin kullandığını tespit etmek hiç de zor değil. He devletin hangi birimi hangi koridoru bu yeteneğe sahip, ben bilmem ama durum bu.

Mesela ekranların birçoğu karşısında izleyen ya da ekrandan yansıyan tüm görüntüleri kaydetme yeteneğine sahip. Bu görüntüler bazen simülasyon bazense görüntü kalitesi yüksek kayıtlar şeklinde olabilir. Mesela ben teknoloji kurumunda yetkili olsam, ithal edilen ekranların tamamının kullanma kılavuzunda “dikkat ekran karşısında sevişmek geleceğiniz açısından risklidir” gibi bir uyarı eklenmesini zorunlu kılardım.

Neyse ki yaşadığım ülkede bu tip riskler yok denecek kadar az. Neticede bu yazıyı çevrimiçi olmayan nostaljik bir daktiloyla yazıyorum ve gökyüzüne baktığımda başta Starlink olmak üzere yakın ya da uzak hiçbir uyduyla etkileşim halinde değilim. Düşünsenize, gökyüzüne baktığınızda bir dizi halinde geçen Starlink uydularının olduğunu? Elektrikli ya da interneti kendinden olan yeni nesil araçların bu uydular veya diğer uydularla anlık veri akışı içerisinde olması beni hiç ırgalayan bir durum değil. Ülkemin siyasetçilerinin bu tip teknolojilerle seyahat ederken, uyurken ve hatta osururken bile izlenmesi mümkün değil. Şayet böyle bir durum olsaydı o ülke zaten ele geçirilmiş, yabancılar tarafından kontrol ediliyor olurdu. Hele hele devletin koridorlarından irili ufaklı bilgi alıp kendine güvenen gençleri manipüle etmekten geri durmayan, piposuyla Holmes’u andıran ihtiyarlara yaşadığım yerde denk gelmek ne mümkün?

Sürekli izlenen siyasetçiler ve aile bireylerinin de en yeni en popüler teknoloji markalarına sahip olmakla övünürken kendi geleceğinin ötesinde vekili oldukları milletin geleceğiyle birlikte ruhlarını satmalarını kaç kişi kabullenebilir ki? Keşke herkesin parayla olan ilişkisi Mika’nın parayla olan ilişkisi gibi olsaydı diyorum bazen. Hani derler ya para amaç değil araçtır. Ama ihtiyaçtır… İhtiyaç olduğu kadar dersek bu sefer de benim ihtiyacım fazla kardeşim diyerek haksız kazancı kendine hak görenlerin sesi artabilir ve ben bu durumla yüzgöz olmak da istemem. Zaten bu yüzden çevrimdışı yaşıyorum.

Kehanet mi? Öngörü mü? Sihir mi? Bilgi mi?

Her bir ülke yapay zekâ teknolojileriyle insana dayalı hata ve kusurları önlemek ve başta zaman olmak üzere birçok konuda tasarruf etmeye kararlı görünüyor. Sudi Arabistan’ın bile robot şehir için yatırım yaptığını ve daha şimdiden insansı robotlarla evlilik, cariyelik gibi kavramlar üzerine yasal düzenlemeler için çalıştığı sağır sultanın bile malumu. Yeni nesil savaş uçakları özelinde konuşulan insansız ve otonom uçakların yanı sıra henüz envanterlerde görünmeyen yüksek mühimmat taşıma kapasitesine sahip silahlı robotların dans ettiği videolar sosyal mecralarda en çok paylaşılan içerikler arasında. Klonlanma teknolojilerini konuşunca “Hollywood ya da Netflix filmlerini çok izliyorsun” gibi alaya alınmak da bu işin doğası gereği olağan sayılabilir elbette. Olağan dışı durumların başında kimilerinin Göz, Varlık ya da sadece Yapay Zekâ olarak adlandırdığı ve insanın dahi nesne olarak görüldüğü ve nesnelerin internetle buluştuğu kavşağın tüm akışını ve denetimini elinde tutma yarışı iyiden iyiye kızışmış durumda.

Yani, görüntü işleme yeteneğinden tutun veri girişine kadar her şeye müdahale edilebilir. Üstelik bu müdahaleyi yapan için “yapay zekâ, virüs, zararlı yazılım” gibi tabirler kullanılarak suç tamamen yapay zekaya atılabilir. Daha somut bir örnek vermek gerekirse, terörist bir gruba ait siber saldırganlar nükleer bir tesisi hackleyip patlamaya neden olabilir, otonom bir savaş uçağının bağlı olduğu uydular ele geçirilip istenmeyen bir yerle savaş durumu başlatılabilir. Bu örnekler çoğaltılabilir ama neyse ki ben bu durumların yaşanmasının mümkün olmadığı çevrimdışı bir hayat sürüyorum. Şimdilik beni ilgilendiren bir durum yok umarım kut almış birileri çıkar ve çevrimiçi yaşayan toplumlara zarar gelmesinin önüne geçerler.

Göz denilen ve her şeyi görme iddiasındaki teknolojiye kimlerin sahip olduğundan daha çok, kimlerin kodladığı sanırım daha önemli. Daha da önemlisi bilgiyi dağıtmak üzere yola çıktıklarınızın elde ettikleri yüzükleri gururla takıyor olmaları ve belki de yüzüğün hakkını vermeleri olsa gerek. Dijital tanrıcılığa meraklı olanların gözün yeteneklerine sahip olmak için verdikleri kıyasıya mücadelede son sözü bakalım kim söyleyecek?

Bu arada ufak bir hatırlatma “derin dondurucuya attıklarınızla ne yapmak isterseniz şimdi yapabilirsiniz”

 

 

Devamını Oku
Bilgi GüvenliğiCyber SecurityDijital Dönüşüm

Siber Güvenlik, Siber İstihbarat ve Ulusal Güvenlik

spy-phone-1

Siber güvenliğin önemini anlata anlata dilimde tüy bitmekle birlikte klavyemin tuşları neredeyse silindi diyebilirim. T.C. Cumhurbaşkanlığı, T.C. Millî Savunma Bakanlığı ve T.C. İçişleri Bakanlığınca yayınlanan genelgelerden akıllı telefon, tablet ve ücretsiz mesajlaşma uygulamaları ile sosyal medya platformlarının asker ve emniyet mensupları tarafından kullanımının nerede ve hangi hallerde yasak olduğu açık bir şekilde belirtilmiş olmasına rağmen halen daha bu kurallara uyulmadığını maalesef hep birlikte tecrübe ediyoruz.

Bir taraftan sosyal medyada canlı yayın açarak görev, üst bölgesi ve teçhizat gibi detayların yayınlanması bir taraftan akıllı telefonların Five-Eyes ile veri paylaşımları sayesinde elde edilen siber istihbarat bilgileri kritik öneme sahip başlıklar olmakla birlikte bilişim diplomasisinde yaşanan eksiklikleri de gözler önüne seriyor. Yeni mevzuat ve düzenlemelerle hem siber istihbarat faaliyetleri için milli dijital dönüşüm stratejilerini oluşturması beklenen Dijital Dönüşüm Ofisi, kerameti kendinden menkul başkanı sayesinde ne bir adım ileri gidebildi ne de bir santim uzayabildi dersem kimse gücenmesin. Dijital Dönüşüm Ofisi bırakın Ulusal Siber Güvenlik Stratejilerini milli ve yerli olarak dönüştürmeyi, mevcutta yürürlükte olan başlıklara dahi odaklanamıyor. Varsa yoksa sosyal medya ve teknoloji markalarının yetkilileriyle fotoğraf çektirip poz vermekten başka bir icraatlarını ben görmedim de duymadım da. Geçtiğimiz gün NASA’nın konsülünde bile yoklardı. Uzay çalışmalarında Türkiye’nin olmasına rağmen isminin geçirilmemesi ve diğer ülkeler olarak adlandırılmasına koskoca ülkeden katılım sağlayıp tepki veren de deli Dumrul misali bir ben oldum.

Daha önce de sosyal medya yasası çıksın diye tepinenler olduğunda anlatmaya çalıştığımız detay şuydu; kardeşim sen istediğin kadar yasa çıkar, istediğin kadar bant daraltması yap, siber güvenlik farkındalığın olmaz, bilişim diplomasisi üzerine stratejilerini belirlemez ve siber diplomatları sahaya sürmezsen ancak fotoğraf çektirir durursun dedik ama dinletemedik. Üstelik Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ve ilgili kurumların yayımlanmış genelgelerine rağmen dinletemedik. Yazışmalara bakarsan yapılan iş çok ama icraat nerede diye sorduğunda, dostlar alışverişte görsün misali somut bir şey yok.

Şimdi konudan uzak olanlar “bu ne diyor kardeşim? Yaşanan son saldırıların sosyal medya veya akıllı telefonlarla ne alakası var?” diyebilirler. Hemen izah edelim…

Efendim çağımız artık dijital bir çağ. Yani akıllı telefonlar, tabletler, bilgisayarlar yani internetle haberleşebilen tüm nesneler sayesinde teknoloji üreticileri de kullanıcılarını birer ajan olarak kullanabiliyor. Bana inanmayan NSA’in PRISM projesindeki teknoloji markalarına ve amaçlarına baksın. Bir de Five-Eyes nedir? Ne iş yapar? Gibi soruları sorup kimin hangi ülkelere gönüllü ajanlık faaliyeti yaptığını keşfetsin bir zahmet. Hatta Five-Eyes nasıl olur da HAMAS’ın saldırısını öngöremedi diye kıyamet koparanların haberlerine de denk gelebilirsiniz.

Şimdi Siber Vatan kavramını ağzına pelesenk eden birçoğunun ağzının ortasına Osmanlı tokadı yapıştırmak isteyen çoktur ama mevzu  Starlink Uydularının inci gibi gökyüzümüzde dizildiğinde ses çıkarmayanlara gelince, ne yapılması gerektiğine dair en ufak bir fikir bile duyamayız. Sadece Starlink olayı değil ki! Kolunda akıllı saat olan askeri personeller, Askeri anlaşmalar ile farklı sınıflandırılan teknolojik aparatların ve yazılımların üstün geçiş hakkından faydalanan kamu yöneticilerinin yüz tanıma programıyla övünürken Android veya IOS işletim sisteminde koşan sözde milli uygulamalarının karaborsa misali elde edilme çabası. Ohooo… daha neler var neler.

Zamanında Ciguli ile milleti oyalayanlar bugün yeni nesil Cigulililerini sosyal medya üzerinden piyasaya sürerken ve halkı oyalarken siber istihbaratta gol üstüne gol yeniyor. Şimdi şöyle düşünün lütfen, üzerinde action cam olarak bilinen yüksek çözünürlüklü kameralarla üst bölgesine pusu atacak kadar yaklaşan hainlerin o üzerlerindeki action cam var ya! İşte o action camlerde GPS teknolojisi de var. Belli bir alana yaklaşan veya giriş yapan teknolojik ürünleri tespit eden, alarm üreten ve otonom önlem almak ne kadar zor olabilir? Herkes İHA/SİHA neredeydi diyor ama hiç kimse de çıkıp ya hu Fraud Detection  sistemlerimiz nerede? Diye sormuyor. Milattan önce kalan sözde askeri uzmanların yeni nesil siber güvenlik stratejileri ve teknolojileriyle yeniden yapılandırılması şart. Siber güvenlik caka satmaktan öteye geçilmesi gereken ve ihtiyaçtan öte net ulusal güvenlik konusudur.

Ha keza Milli Güvenlik kurullarında çoğu kez ana gündem maddesi olan siber güvenlik başlığı defalarca ele alındı ve ilgili kurumlardan yapılması istenen çalışmalar da belirlendi. Ancak gelin görün ki ne BTK ne de Dijital Dönüşüm Ofisi başkanları kurumlarını bir adım ileriye taşıyamadı. Aksini iddia edebilen varsa hodri meydan.

Bu arada gerek Ortadoğu’dan balkanlara gerekse Asya’dan Anadolu’ya kadar hem yazılı hem de dijital fısıltı gazetelerinden yayılan haberlere göre birileri Mehdi/Mesih/Deccal üçgeninde sıkışıp kalmış ve uzun zamandır beklenen teknolojinin sonunun geleceği senaryolarla başta mum stoku olmak üzere yaşanabilecek gıda krizi öncesi stok yapma çağrılarında bulunuyorlar. Özellikle STK kisvesindeki cemaat ve tarikatlara yakın olmanın hem dünyada hem de ahiret için cennete varan kazanımlara sebep olacağı vaatlerini sağır sultan bile duydu diyebiliriz. Üstelik tüm bunlar da Hollywood yapımı tadında da destekleniyor.

Ben masallara inanmam ama dinlemeyi ve okumayı çok severim. Şimdi gerçekliğe dönecek olursak, dijital yani teknolojik bir çağda kahvesinden kolasına boykot çağrısı yapıp mobil uygulamasından işlemcisine kadar kullandığımız, kullandığımızı sanarken nabzımızdan osuruk sayımıza, ses tonumuzdan ilgi alanlarımıza kadar her şeyimizi verdiğimiz inanılmaz çelişkilerle dolu bir hayatı yaşamaya zorlanıyoruz. Tüm bu zorlamalar ve çelişkiler nedeniyle gençler, önceki nesillerin yüzünden ya inançsız oluyor ya da inançlıyız diyerek büyüklerini örnek alarak tezatlarla dolu hayatları benimsiyorlar. Bu da niteliksiz, vasıfsız ve ahlaki çöküşü de beraberinde getiriyor. Nitelikli işgücü kurumların dışına kaçıyor ve kurumların içi de yabancı teknolojiler ve işgücüyle dolup taşıyor.

Kısacası Tek devlet dedikleri dijital devletin, dijital bir eyaleti olarak ulus devlet gibi görünen ilginç bir dönemi dünyaca tecrübe etmeye zorlanıyoruz. Özellikle pandemi sürecinde üstün geçiş hakkıyla dijital aşı kartına aşılı olarak gösterenlerin veya tatil gününde devlet dairesinde işlem yaptırdım diye kendini ayrıcalıklı sananların bile çark ettiği, çark etmekten başka alternatifin olmadığı ise dijital dönüşümde siber güvenliğin önemini her kesimin kavraması gerektiğini gözler önüne seriyor.

Evet, siber güvenliğe ayak diretenleri matbaanın devreye alınmasına ayak diretenlere benzetmek mümkün. Ancak kaçınılmaz bir gerçeklik olarak önümüzde duran “yapay zekâ destekli yönetim/denetim sistemleri” öyle ya da böyle devreye alınacak. Önemli olan bu süreçte operatör ve geliştiricilerin ulusal stratejilerde yek vücut olabilmeleri. Gerisi hikâye…

Ezcümle, yapay zekanın birçok meslek mensubunu havada silkeleyeceği hepimizin malumu. Yapay Zekanın eline geçecek meslekler arasında zikredilen idari işler, mühendisler, yazılımcılar, hukuk gibi alanların arasında hiç dile getirilmeyen meslek gruplarını da ben dile getireyim. Din adamları. Evet yanlış duymadınız din adamlarının mesleğini yapay zekâ ellerinden alacak. Şimdiden hangi şeyhin avatarları için ses ve görüntü işlemek adına sıraya girdiklerini tahmin etmek zor olmasa gerek. Microsoft’un mezarlık verileriyle ilgilendiğini bilmeyen kaldı mı bilemem ama dijital ahiret, insansı robotlarla evlilik ya da cariye gibi hususlarda fetva verme yarışına girileceği sanırım herkesin malumu. Analog zekaya sahip olanların kaptıkları köşelerden ve egolarından sıyrılıp siber vatanın dijital kurmay zekalarına yakın olmalarında fayda var. Aksi halde, daha çok boğazımız düğümlenir daha çok yüreğimiz dağlanır.

 

 

 

 

 

https://tr.wikipedia.org/wiki/Be%C5%9F_G%C3%B6z

https://en.wikipedia.org/wiki/PRISM

https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2019/07/20190706-10.pdf

https://www.aa.com.tr/tr/gundem/msb-den-sosyal-medyada-baslatilan-uniformali-fotograf-akimina-karsi-onlem/2412535

https://cbddo.gov.tr/hizmet-birimlerimiz/siber-guvenlik-dairesi-baskanligi/

https://www.mit.gov.tr/isamer.html

https://shiftdelete.net/mit-siber-istihbarat-baskanligi

 

 

Devamını Oku
Bilgi GüvenliğiCyber Securitysiber güvenlikSiber istihbaratYapay Zeka

Telefon mu? Ajan mı?

hackingattack

Her geçen gün yeni nesil teknolojiler hayatımızın vazgeçilmezleri arasında yerini alıyor ve görünüşe göre de almaya devam edecek. Özellikle elektrikli araçlar, yapay zekâ ile üretilen video içerikler ve dronlar ile gerçekleştirilen gösteriler hepimizin malumu olduğu üzere bu sıralar herkesin dikkatini çekmeye başladı. Uzun süredir yapay zekâ destekli hükûmet ve kamu yönetim modelini açıklayan ve ulusal siber güvenlik stratejilerinde siber istihbaratın kritik önemini anlatmaya çalışan biri olarak yeni bir yazıyla farkındalık oluşturmayı istedim.

Yalnız bu yazıyı lütfen dikkatli okuyunuz. Bu dikkatli okumayı da tüm inançlardan bağımsız, yani objektif olarak yapmayı deneyiniz.

Günümüzde akıllı telefon ve bu akıllı telefonlarda bulunan mesajlaşma, sosyal medya ya da oyun gibi uygulamaları kullanmayan kim var diye merak ediyor musunuz? Bize ne! Kim ne kullanırsa kullansın diyenler olabilir. Saygı duyarım… Çoğu kez ifade ettiğim gibi akıllı telefonlar, modemler, akıllı saat ve tabletler ile elbette ki sensörleri bulunan tüm elektronik cihazlar aslında birer siber istihbarat ürünüdür. Hatta, yeni nesil saha ajanlarıdır. Örneğin internetle buluşan bir elektrik süpürgesi, üzerinde kamera olmasa bile kullanıcısının yaptığı tüm hareketleri modelleyebilir. Ya da bir ekran, karşısındaki izleyicilerin avatarını oluşturabilir. Akıllı saatlerin sağlık veya spor başlığı altında kullanıcılarından aldığı veriler hayat kurtarabildiği gibi önemli görevi olan bir bürokrat ya da siyasetçi için ciddi bir şantaj aracına dönüşebilir.

Uzun bir süredir dünyadaki siyasetçilerin klonlanmış ya da insansı robotlarla değiştirilmiş olabileceği çok konuşulmaya başladı. Bu durum ne kadar gerçekçi bilemem ama siyasetçilerin konuşma metinleri için yapay zekadan destek alındığı bilinen bir gerçeklik. Önceden “paralel bilişimciler” olarak adlandırılan gruplar kamuda edindikleri mevkiler ile yabancı istihbarat servislerine çalışan donanım ve yazılımları tercih ederek “yüz yılın istihbarat darbesi” için ellerinden geleni yaparlardı. Şimdilerde ise gelişmiş teknolojilere sahip olabilmenin verdiği haz sayesinde kimin elinde, kimin cebinde hangi akıllı cihazlar var ve bu gelişmiş teknolojiler algılar başta olmak üzere kitleleri nasıl yönetiyor diye soran bile yok.

Evvelden bu günleri iyi tahlil eden Mustafa Kemal ve Kazım Karabekir gibi paşalarımız, ulus devletlerin sonunu getirmeye çalışan ve tek merkezli devlet anlayışını dikte etmeye çalışanların çanına ot tıkamışlardı. Günümüzde gelişen teknolojilerin denetimsiz ya da dijital mütekabiliyetten yoksun olması nedeniyle toplumu şekillendirmesinin yanı sıra askeri ve diplomatik ilişkilerin de tek merkezli yönetimine olanak tanıyor. Bilişim teknolojilerine uzak olanlar ya da sadece kullanıcı seviyesinde bilişimle işi olanlar için birkaç örnek verirsem sanki daha iyi olacak;

Diyelim ki 25 yıllık gazeteci olmakla övünen ve aslında savunduğu Cumhuriyet değerlerine çok da zıt olarak başta savunma sanayi olmak üzere ulusal güvenlik için çalışan gençleri hakir görmeye çalışan, yazdığı köşe yazılarının yüzüne bakılmayan, bastırdığı kitapların ilgi görmediği birini hayal edin. İşe yaramadığı ve savunduğu değerlerle yaşamı örtüşmeyen bu gereksiz insanın bir de yaşadığınız binanın ya da sitenin yöneticisi olduğunu düşünün. Böyle biri muhtemelen omurgasızlığın kitabını yazmak isteyen ve sözde gazeteci olarak teveccüh görememenin hırsını bina sakinlerinin huzurunu kaçırmak ya da çalışanlara eziyet olarak çıkarmak isteyecektir. Bu saçma hikâyenin saçma karakterinin sebep olacağı sorunları öngören ve tedbir alan da henüz 13 yaşında ve bilgisayar biliminden azıcık anlayan bir çocuk getirebilir mi?

Öncelikle bu yazar bozuntusunun herkese açık sosyal medya paylaşımlarıyla internette bulunan bilgilerine bir göz atan çocuk, sözde yazarın okunan ve sevilen biri olmadığını hemen teyit eder. Ardından yöneticinin herkesi izlemek için telefonunda bulunan kamera erişim programının güvenlik açığından faydalanarak yöneticinin modemine ve elbette modemle bağlı olan tüm cihazlara erişir. Dünkü velet diye hitap ettiği çocuğun meğer ne maharetleri varmış…

Dünkü velet, yazardan bozma apartman yöneticisine iyi bir ders vermek için whatsapp konuşmalarından, usulsüz yaptığı işlemler, kanunsuzluklar ve daha da kötüsü ülkenin güvenlik güçlerini riske eden verilere kadar her şeye erişir ve hemen birçok sunucuya yedeğini alır. Tüm bu işlemleri yaparken de yaşlı dedesine raporlar. Dedesinin “peki bu öfken niye? Niçin bu adama bu kadar taktın kafayı” sorusuna ise şöyle yanıt verir dünkü velet; “dedecik bak bu adam geçen gün beni karşı komşumuzun kızının yanında azarlamaya kalktı. Neymiş efendim kendisi yöneticiymiş istediği zaman istediği kişinin kapısının önünde beklermiş, istediği çalışana bağırırmış ve en önemlisi de yanındaki saldırgan köpeği isterse herkesin üzerine salarmış” ben söyledim ona dedecik, yapma bak böyle amca. Kimse senin emir erin değil. Sen burada alt tarafı yöneticisin. Günü geldiğinde bilincini yapay zekaya aktaracağımız örnek davranışlarda bulun. Yoksa bu zehirli dilini değil komşular ben bile çekmem haberin olsun dedim. Ama “başkanım da başkanım, ille de başkanım” diye diye anırdı. Diye yanıt verdi. Bunun üzerine dedesi “evlat bunları yapmanın amacı nedir? Hem onca dersinin arasında bunlarla neden uğraşıyorsun? Babana söyleseydin ya gereğini yapsaydı” diye sorunca “dedecik sen merak etme. Bu ve buna gaz veren yönetim ve denetim kurulu 24 saat içinde istifa edecek ve yönetimi yapay zekaya devredecekler. Aksi halde zaten ortaya saçılan pislikleri yüzünden insan içine çıkamayacaklar. Artık bu işler bebek işi dedecik. Aklın yaşta değil başta olduğunu öğretecek ve toplumumuzun haksızlık karşısında sessiz kalmaması gerektiğini örnekleyeceğiz.”

Evet bu saçma ya da hayal ürünü olan hikâyede kullandığımız teknolojilerin, o teknolojileri üreten ülkelerin haber alma servisleri tarafından erişilebilir olduğunu, Five-Eyes gibi oluşumların istihbarat paylaşımı yaparak veya yapmayarak Ortadoğu, Balkanlar ya da uzak doğuda krizi tetiklemenin çok kolay olduğunu. Kola içmeyip ya da kola dökerek verilen anlamsız tepkilerin, tepki verildiği sanılan ülkelere ait teknolojilerle kayıt altına alındığı ve yayınlandığı mecraların da o ülkelere ait olduğunun bilinmesinde sanki biraz fayda var. Bu neyi değiştirir derseniz, örnekleme yapmak adına anlatılan hikayedeki gibi dünkü velet diye tabir edilenler günü gelir en yakın arkadaşları ya da aile bireyleri tarafından bilinmeyen suçları yayınlamakla tehdit eder ve dün akım derken bugün bokum yemek zorunda kalınabilir.

Bu işler NATO standartlarında üretilen insanlı ya da insansız araçlarla milli ve yerli diye övünürken öte yandan gel deyince gel git deyince git demekten bir hal olanların kavrayabileceği detaylar olmayabilir ama dijital mütekabiliyetin mimarları da hiçe sayılmayacak kadar kıymetli olsa gerek. Şayet öyle olmasaydı ülkemizde sessiz ve derinden ilerleyen yapay zekâ destekli siber güvenilir sistemler için kanunlar birer birer çıkıyor olmazdı.

Uzun lafın kısası, dünkü velet diye hakir görülenlerin de günümüz teknolojilerinin önemsenmeyen siber riskleri de birbirine benziyor. Her ikisinde de hakir görenler el kaldırınca yasa çıkıyor ve teknoloji hayatın denetimini daha çok ele alıyor.

Devamını Oku
Bilgi GüvenliğiCyber Security

Filmin Adı Neydi?

makineveinsan

İnanın aklıma ismi gelmiyor ama (bu filmi hatırlayanınız varsa lütfen bir şekilde bana da haber etsin) harika bir film vardı. Filmde anlatılan hikâyenin geçtiği zamandan anlaşılacağı üzere ilk sanayi devrimi İngiltere tarafından gerçekleştirilirken, insan gücü ve makine gücünün kıyasıya yarışa girdiği anlaşılıyordu.

Zamanın ve günün birinde yeni yeni kullanılmaya başlanan tünel açma makineleri, tünel kazarak geçimini sağlayan işçiler arasında paniğe neden olur. Çünkü çok daha fazla işçi ile kat edilemeyen mesafeye bu makineler erişebiliyor. Elbette bu durum da işçiler arasında makine operatörü olursan belki ama kazıcıysan işsiz kaldığının resmidir misali çok tedirginliğe neden oluyor. Gün geliyor ve işçiler kovuluyor. Ancak içlerinden biri “ulen zaten kölelikten yeni çıkıp işçi olduk diye sevinemeden köle gibi çalışıyorduk, çoluğun çocuğun rızkı çıkıyorduk. Şimdi bu makine kaç günde tünelin diğer ucunu görüyorsa ben tek başıma ondan daha önce göreceğim” diyerek patronların belki de dünyanın ilk makine ve insan mücadelesini izleme fırsatı yakalamak için müsaade ettiği yarışla işçilerin bir müddet daha işlerine devam etmesini sağlamayı vaat ediyordu.

Ve yarış başladı…

Haftalarca süren bu yarışta tıpkı insan gibi makinenin de dinlenmesi gerekiyordu. Her ikisinin de enerjiye ihtiyacı vardı ve aşırı çalışmadan kaynaklı teknik arızalar yaşanmaması için ara vermek de ayrı bir zorunluluktu. Artık kim ne kadar ara verdiyse ya da kim kesintisiz çalıştıysa ve artık ne olduysa kazanan insan oldu. Evet, haftalar süren çalışmanın galibi de tünelin ucunu ilk gören de işçi olmuştu. Makine mi kaybetti yoksa, insanlık akıllı makineler öncesi biraz süre mi kazandı? Artık gerisini siz düşünün.

Evet, gün geldi çattı ve Yapay Zekâ Destekli Hükümet ve Kamu Yönetim Modellerine şöyle bir göz atmanın ötesinde, gözün içerisinde nasıl göründüğümüzü görmeye. He bu arada, görmek istemesek bile görmekten bahsediyorum. İsteyene artistlik görüntü isteyene “üç kuruş ver oynat” tadında.

Dikkat ettiniz mi bilemiyorum ama 13. Cumhurbaşkanı Adayı Sinan Oğan bir programda “Yargının bir kısmını yapay zekâ üzerinden çekmek istiyoruz. Yargının yükünü hafifletmek için hâkimin vicdani kararını gerektirmeyen basit davaları (trafik cezaları vs.) tamamen yapay zekaya vereceğiz” dedi ve “diğer adaylar arasında blockchain teknolojisini en iyi bilen de benim” diye ekledi. Neticede fikirler Türk gençliğinden olduğu için harika fikirler tabi ama makineler biraz akıllandı ve insanı saf dışı eden alanlarla alakalı da istihdam mevzusu önem arz edecek. Tıpkı yazının başında ismini bir türlü hatırlayamadığım o filmdeki gibi. O dönemin makine operatörü bugün oldu geliştiricisi. Evet süre bitti, makineler akıllandı. Operatörleri olan insanlardan öğrendiler. Öğrenmeye devam ediyorlar.

Yine 13. Cumhurbaşkanı adayı olan Sinan Oğan başka bir konuşmasında “önceden Telekom sektörümüz Avrupa’da 2. Sıradayken bugün listede olmadığı gibi kendi altyapısında aşırı Huawei kullanımı nedeniyle siber güvenliği adeta yerle bir olmuş durumda” minvalinde önemli değerlendirme bulundu. Yetmez ama “EVET” demek bir yana dursun, yargıda hâkimin vicdani karar vermesine gerek duyulmayan işlerde teknik karar işini yapay zekâ üstleniyor. Bu arada, bu durum zaten kaçınılmaz bir durum. Çünkü pandemi sürecindeki mobil uygulamalar sayesinde ve aşı pasaportları ile akıllı makineler çoktan kimin kim, hangi alışkanlıkları ve hatta yatkınlıkları var çok iyi öğrendiler. Gelen komuta göre hedefe varmak onlar için sadece I ve 0’dan ibaret. Doğaları bu yani kızacak bir şey yok. Metin yazarken imla hatanı düzeltirken iyi de “bunu mu demek istediniz” diye sorulduğunda neden “ukalaya bak” dediğimizi dahi bilen teknolojilere kızacak hiçbir şey yok. Olur da “yapay zekâ şuraya saldırdı” diye haber görürseniz bilin ki yapay zekanın hiçbir suçu yok. Tüm suç saldırı komutunu verenlerin, yani operatörlerin.

Yargıda epeydir UYAP-BİMER-CİMER iş birliği ile veri girişi yapılan platformlar ile yapay zekâ öncesi hazırlık çalışmaları zaten vardı bilenlerin malumu. Ayrıca hakimlerin başarıları birçok başlıkta bakılan dava dosya sayısı, sonuçlandırma süresi ve karardaki doğruluk payı (false possitive) gibi daha birçok parametreyle ölçülür. Ve performans değerlendirmeye tabi tutularak, terfilerini ya da kademelerini bu tip durumlara göre belirlenir. Yapay zekanın insana dayalı hata ve kusurları önlemek adına yapılan günümüzün teknolojilerinde hâkim, savcı ve avukatların yapay zekanın en yakın çalışma arkadaşı olduklarını söyleyebiliriz.

Ülkedeki herkesin, vicdan gerektirmeyen kararlara katılımı ile vicdan gerektiren kararlara katılımı arasında ne fark var bilemiyorum ama vicdan gerektirmeyen kararlara koşulsuz güvendiğimiz bir yapay zekaya Allah vermeye de vicdanımızı da yapay zekâ devralsın demeyelim. Sakın yanlış anlaşılmasın, yapay zekayı övmüyorum. Ama ruhu yok diye eleştirilen yapay zekanın telefonundan aldığı verilerle öğrenmesine yardımcı olan da bizleriz. Yani çerezler kullanıcıların ruhunu yansıtır dersek yeridir.

Bakalım Telekom başlığıyla siber güvenliğe önem verdiğini dile getiren 13. Cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan, Milli Güvenlik Kuruluna akıllı saat ile katılmaktan çekinmeyenlerin ulusal güvenliğimize nasıl tehdit olduğuyla alakalı bir açıklama yapacak mı? Bu açıklamalar olur ve suçüstü yakalananları da yapay zekâ mı yargılar bilemem ama yapay zekanın taklitçi mi yoksa sanatçı mı olduğunu tartışan dünyanın gerisinde kalmamakta fayda var.

Evet I. Sanayi devriminden IV. Sanayi devrimine gelmiş bulunmaktayız. Bir günde karar verilmesi mümkün olmayan sayıda vicdan gerektirmeyen hususlara yapay zekâ bakarsa hakimler işsiz mi kalır? Yoksa bir günde vicdan gerektirmeyen kararları veren bir hâkim yapay zekadan daha fazla karar vererek yargıda yapay zekâ kullanımını hikâyede olduğu gibi bir süreliğine ertelenmesine mi vesile olur? Hep birlikte göreceğiz.

Bence hâkim ve avukatların programla yeteneklerine kavuşup siber hakimlik, siber savcılık ve siber avukatlık gibi kavramlarda operatör olmak için vites yükseltmelerinin tam zamanı.

 

Unutmak da fayda var… Kodlamayı  bilmeyen toplumlar, kodlanmaya mahkumdur.

 

Bu arada, Filmin adını bilen var mı?

 

Devamını Oku
Bilgi GüvenliğiCyber SecurityDijital Dönüşümsiber güvenlikYapay Zeka

Deprem ve Yapay Zeka

ai turkey

İki arada bir derede yine yapay zekayı iliştirmişsin, iyi de bunun depremle ne alakası var diyenler olabilir. O halde biraz sabırlı olun ve bir demlik çayı veyahut büyük bardak bir kahveyi hazır edip bu yazıyı okumaya başlayın…

Yüreğimizi yakan, yüzyılın beceriksizliği, liyakatsizliği ve yalakalığın sonucu olarak yaşadığımız her şey, herkesin malumu. Hiç kimse kusura bakmasın ama yitip giden canların, yetişememenin ve geç kalmışlığın vebali hepimizin omuzlarında.

Bu nedenle birileri gibi lafımı sakınmayıp, kimseye hak etmediği unvanları yakıştırmadan hakikatle yazacağım.

Devlet çökmedi ve çökmesi söz konusu bile edilemez. Ancak birçok devlet kurumunu sevk ve idare eden yetkililer tam anlamıyla çöktüklerini ilan etmiş oldular.

Şayet yapay zeka destekli kamu yönetim modeli ve yapay zeka destekli belediyecilik gibi kavramlar uygulanmış olsaydı bugün çok daha farklı şeyler konuşuyor olurduk. Nasıl mı?

Mesela, enkaz altında kaç kişi, kimler ve neredeler? Gibi sorulara yanıt verilebilirdi. Bir tane güvenlik makalesi okumadığım halde Sayın Cumhurbaşkanımız beni İçişleri Bakanı yaptı diyen bir bakan olmayı istemem ama dördüncü seviye yardım çağrısı yapıldığına göre dış güçlerden de yardım talep edilmiş oldu. İyi ki de geldiler elbette ama önceden tatbikatı yapıldığında prosedür ve protokölller simulasyonla Cumhurbaşkanına tecrübe ettirilseydi de gerçek deprem anında da yapay zeka süreci otomatize edip Sayın Cumhurbaşkanının önüne gelen onay butonuna sadece basmak kalsaydı. Eminim çok daha kısa süre içerisinde kurtarma ekipleri ve tüm paydaşlar sürece dahil olurlardı.

Bu arada dış güçlerden gelen yardımlar nedeniyle yabancı istihbaratçıların ülkemizde cirit attığına dikkat çeken Ankara’nın bürokrasisini çok iyi bilen ve Bay Pipo lakaplı Ömür Çelikdönmez’in İletişim başkanlığı başta olmak üzere birçok kamu kurumunda kullanılan bilişim teknolojileri sayesinde insana dayalı istihbarat yerine çok daha verimli olan siber istihbarat faaliyetlerinin ne durumda olduğuyla alakalı bilgisi olup olmadığını da merak ederim. (Bkz: GAFAM teknolojileri ve PRISM)

Ayrıca, yok senin kurtarma ekibin vay benim yardımlarım, güvendim, güvenmedim, yardımlara yapıştırılan başkasına ait stickerlar derken “o kadar çok çalıştım ki bakın sakallarımı bile keseledim” veyahut “konuşamıyorum ağlamaktan” diyen bir yapay zeka olmayacağı gibi isimlere ve kimliğine bakmaksızın etki kapasitesi ile yeteneğine, tarafsız ve sadece uygunluğuna göre yönlendirme yapacak bir yapay zekanın devreye alınması pek ala mümkündü.

Özellikle Hatay’dan arayan dostlarımızın destek taleplerine yeteri kadar karşılık vermediğim için kahroluyorum. Keşke demeyi hiç sevmem ama Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Hatay’da 2019 yılında gerçekleştirilen Siber Güvenilir Hatay ve Yapay Zeka Destekli Belediyecilik gibi projeler siber güvenilir bir şekilde vücut bulsaydı ne iyi olurdu . Maalesef seçim kampanyasında bir etken olmanın yanı sıra gençlerin dikkatini çekmekten ve farkındalık oluşturmaktan öteye geçilemedi.

Oysa HBB Başkanı TED Kolejindeki Yapay Zeka etkinliğinde Hatay’da yapay zeka destekli bir yönetimin olacağını çok da güzel anlatmıştı. Siyasete kurban edilen bu projeden siyasi çıkar elde edilmesin diye konuşma metnini ve videoyu elbette paylaşmayacağım ama yazık olduğu kesin.

Düşünsenize, veri tabanında kim, hangi yaş aralığında, nerede gibi soruların yanıtlarını barındıran bir yapay zeka var ve anlık olarak droneler ve siber güvenilir gençler ile yıkılan binalarda görüntü ve ses işleme gibi daha birçok başlıkta somut veriler oluşturup, önceden belirlenmiş prosedürlere göre gerekli protokolleri uygulamak yapay zeka için ne kadar zor olabilir?

Tek yakıtı bilgi ve elektrik olan bu akıllı teknolojiyi geliştirecek gençleri bulmak mı daha zor yoksa altmış yaş üstü yöneticilere laf anlatmak mı?  Sakın kimse de çıkıp “bu dediklerin için bütçe mi var?” Demesin! Bütçe sıkıntımız hiç olmadı. Olan tek sorun kaynakların verimli kullanılamaması.

Ayrıca birileriyle olan fotoğraflarımızı yayınlamadık diye kimse işkembeyi kübradan konuşuyoruz da sanmasın. Devlet arşivlerinde her şey fazlasıyla mevcut.

Hükümeti ya da yerel yönetimi haklı olarak eleştirdik diye kimse devleti yermeğe de kalkmasın.

Siber güvenliği, erişim engeli getirmek ya da internet sayfalarına index atmak olarak sananların Siber Güvenilirlik konusunda zerre bilgileri de yok. Şayet biraz bilgileri olsaydı, kolundaki akıllı saat ile MGK toplantısında verdiği fotoğrafla attığı havanın günü geldiğinde yargılamaya konu olacağını da çok iyi bilirlerdi.

Akıllı şehircilik ve yapay zeka gibi kavramları süslü cümlelerle soslayanların nasıl sınıfta kaldığını hep birlikte gördük.

Ne Dijital Dönüşüm Ofisi ne de İletişim Başkanlığı’ndan birileri de AFAD’ın okçu bilgi işlem müdürünün sunumu karşısında çıkıp da “hayırdır birader sen ne içiyorsun da bilişimi okla yayla eşleştirip de sunum yapıyorsun? diye sormadı. Arkadaş senin işin olası bir felaket durumunda AFAD’ın bilişim sistemleri vasıtasıyla ekipleri ve paydaşları kesintisiz iletişimle sahada koordine etmek değilse nedir? Günü geldiğinde TÜBİTAK ile işbirliği yaptım diye caka satan etkinlik sponsorları da elbette Kadim Türk Devletine hesap verecek.

Dijital Dönüşüm Ofisi’nin kerameti kendinden menkul başkanı Google, Amazon, Facebook, Apple, Microsoft teknoloji markalarını eleştirmek için GAFAM teknolojilerinin isim babası olmakla övündüğü haberde “Dijital Dönüşüm Ofisi Başkanı Taha Koç’un boğun eğmeyi reddettiği GAFAM, Google, Amazon, Facebook, Apple ve Microsoft şirketlerinin baş harflerinden oluşuyor. Koç, “Sayın Cumhurbaşkanımız her zaman diyor ya, ‘Dünya beşten büyüktür’ diye, ben de dijital anlamda onun bir benzerini söylüyorum: Dünya GAFAM’dan büyüktür. GAFAM, yani Google, Apple, Facebook, Amazon, Microsoft. Akılda kalması kolay olduğu için böyle kodluyorum. Dünya bunlardan büyüktür.” ifadelerini kullandı ya! Üstelik dünyanın bunlardan büyük olduğunu ifade ederken şahsı ve bilakis yöneticisi olduğu kurumda bu teknolojileri kullanıyor ya. Neyse ki birileri de çıkıp Google, Oracle, Tesla, Ubuntu ve Microsoft’un baş harflerinden referans verip de dünya GOTUM’den büyktür demedi. Kısacası lafa gelince mangalda kül bırakmazlar misali iş geliştirmeye gelince “yerli yazılım, milli teknoloji” demekten öteye geçen bir şey var mı?

Son yaşadığımız deprem felaketinde insana dayalı hata ve kusurların sebep olduğu sonuçları gördük ve tecrübe ettik mi? Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı geç kalındığı için helallik istedi mi? İstedi…

Şayet insana dayalı hata ve kusurların önüne geçmek için geliştirilen “Yapay Zeka Destekli Hükümet ve Kamu Yönetim Modelleri” olsaydı yorgunluktan sakal tıraşı olamayan yetkilileri görmek yerine, herkesin telefonuna tamamen veriye dayalı bilgiler gitmiş ve “şu sürede şu kadar enkaza ulaşıldı, tespit edilen canlı sayısından şu kadarına ulaşıldı, şu kadarı tedavi edildi, şu kadarı çocuktu bu kadarı yaşlıydı ve hepsi şu kurumlarımızda koruma altına alındı” gibi verilerle kan ağlayan Türk milletinin yüreğine bir nebze olsun su serpilirdi. Üstelik birçok algoritma sayesinde yakınlık derecesine göre hayatta kalan çocuk ve yaşlıların güvenli bir şekilde yakınlarına ulaşmak bir SMS mesafede olurdu. Keşke AFAD’ın bilişim yöneticileri YA HAK diyerek iş geliştirme fikirlerinin yazılı olduğu Puta’ya (Hedef tahtasına geleneksel okçulukta puta, modern okçulukta da hedef minderi de denilmektedir) “YZ Destekli Arama-Kurtarma Teknolojisi, Siber Güvenilir Kurtarma Timleri, Drone Destekli Kurtarma Stratejileri, YZ Destekli Akıllı Kurtarma Teknolojileri” gibi başlıklar ekleseydi. Ekleseydi de attığı oklar gerçek hedeflere gitseydi.

Bu yazdıklarım hikaye gibi gelebilir ama Yapay zekanın dünyadaki sorunları çözme potansiyeli hakkında sık sık büyük vaatler duyuyoruz. Çoğu gerçekçi olmasa da derin öğrenme ile geliştirilen yapay zeka sistemi xView2, Türkiye’deki deprem felaketi gibi doğal afetlerde hayat kurtarabiliyor. Pentagon’un Savunma İnovasyon Birimi ve Carnegie Mellon Üniversitesi Yazılım Mühendisliği Enstitüsü tarafından 2019 yılında geliştirilen açık kaynaklı bir proje olan xView2, Türkiye’deki depremin ardından yer ekipleri tarafından arama kurtarma faaliyetlerinde ve hasar tespitinde kullanıldı. Bu arada xView2’nin geliştirilmesinde Microsoft, University of California ve Berkeley dahil olmak üzere birçok kurum ve kuruluştan destek var. xView2, afet bölgesindeki bina ve altyapı hasarını belirlemek ve hasarın ciddiyetini hızlı bir şekilde tespit etmek için uydu görüntülerini makine öğrenimiyle birleştirir.

Yapılan ayni ve nakdi yardımlar bu kadar ve şuralarda kullanılmaktadır gibi veriler de pek ala herkesin erişebileceği şekilde yayınlanabilir.

Her fırsatta yeni dünya düzeninden bahseden ve teknolojinin önemine vurgu yapanların havanda su dövmek yerine, çağın gereksinimleri hususunda doğal yeteneği olan yeni nesillerden destek istemesi ayıp mı? Günah mı?

Yapay Zeka ve Siber Güvenlik, arama kurtarma faaliyetlerinin yanı sıra bürokratik süreçlerin hızlı ilerlemesi için de kritik öneme sahip. Örneğin, hangi amir, hangi memur ne zaman iş emrini aldı ve ne zaman aksiyona geçti? Harekete geçtiğinde ne zaman görev yerine vardı? Görev esnasında kullandığı araç ve ekipmanlar nelerdi? Araçta gereksiz kullanılan klima nedeniyle ne kadar yakıt ziyan edildi? Gibi sorulara yanıt bulmanın yanı sıra kaynakların nasıl kullanıldığına dair raporlar hızlıca üretilebilir.

Kaynakların verimli kullanılmaması, adam kayırma gibi daha birçok başlıkta eleştirilerin hedefi olan Kızılay ve AFAD gibi kurumlarımıza yapılan ayni ve nakdi yardımların miktarları nedir? Bu yardımlar nerede yayınlanıyor? Kimler tarafından denetleniyor? Halkın denetimine açık mı? Gibi daha birçok sorunun siber güvenilir teknolojilerle düzenlenmesi pek ala mümkün.

Hepimizin malumu devlet başkanlarının kullandığı kırmızı telefonlar vardır. Bu telefon aslında acil durumlarda direkt olarak iletişimin sağlandığını gösteren bir semboldür. Çağımızın getirdiği yenilikleri de göz önünde bulundurursak, bu kırmızı telefon aslında onay istenen basit bir buton da olabilir. Onca amirin ve memurun tek bir onay ile harekete geçmesi, hareket esnasında atılacak adımlar ve kurallara ne derece uyulup uyulmadığı gibi parametreleri belirlemek de pek ala mümkün. Ancak, bu mümkün olan süreçleri istemeyenlerin sayısı pek de az olmasa gerek.

İktidar veya muhalefet partisinden sorumluluk alanları içerisinde bir tane istifa eden yetkili gördünüz mü? Ben görmedim. Demek ki koltuk sevdası sadece iktidarda bulunan bir durum değil. Oysa siber güvenilir sistemlerle Devlet Planlama Teşkilatı konuya bir el atsa ya da Danıştay’ın siber savcıları sahada olsa, yapay zekanın her bir detayı düşünmüş ve olası sorunları simülasyonlar ile test etmiş olsa, belediye başkanı ya da bakan arasında hiçbir fark gözetilmeksizin ihmali olan memurundan, amirine kadar tüm imza sahiplerine görevden el çektirilip süreçlerin daha şeffaf olması sağlanabilir.

Tabi bu kadar şeffaflık ve adaleti kim ister? Sorusuna yanıt vermek kolay mı?

Depremde canını yitirenlere baş sağlığı ve sabırlar diliyorum. Tedbir almayıp ihmali bulunanlara ah etmek de hak olsa gerek. Onca insanın ahını alanların vay haline.

Siber güvenilir önlemlerin ivedilikle alınıp olası bir deprem felaketinin sanal gerçeklik teknolojileriyle tam bir simülasyonun planlanıp yapılmasını ve devletin tüm kurumlarının bu simülasyonda aktif rol almasının önemine vurgu yapmak istiyorum. Örneğin Nasuh Mahruki’nin sevk ve idare ettiği bir AKUT ile Mevcut AKUT yönetiminin sevk ve idare ettiği bir deprem senaryosunun simülasyonu gerçekleştirilip kıyaslama yapılmasının çok kıymetli veriler elde edilmesinde etkin rol oynayacağını da eklemek istiyorum. Bu örnek tüm kurumların içerisinde yer alan yetenekli ve liyakatlilerin ön plana çıkması için de oldukça kıymetli bir fikir. Öyle ya, canlı da yaşanan bu felaketin yönetim ve organizasyon tarafındaki eksiklikler için Sayın Cumhurbaşkanı ” “Depremin ilk birkaç günü istediğimiz çalışmaları yapamadık” demişti.

Özellikle Cumhurbaşkanlığına bağlı ilgili kurumların ivedilikle “deprem ve afet yönetimi” başlıklı ve son yaşanan deprem felaketinde elde edilen verilerin derlendiği bir simülasyonun “sanal gerçeklik ve siber güvenilir” teknolojilerle desteklenerek planlanması gerekmektedir.

 

 

https://onedio.com/haber/suleyman-soylu-nun-ben-omrumde-bir-tek-guvenlik-makalesi-okumamis-adamim-sozleri-yeniden-gundem-oldu-1029241

https://expatguideturkey.com/how-artificial-intelligence-was-used-in-search-and-rescue-activities-in-the-earthquake-in-turkey/

https://www.theguardian.com/world/2013/jun/06/us-tech-giants-nsa-data

https://www.haberturk.com/gafam-nedir-ne-kadar-buyuk-haberler-2989259-teknoloji

https://www.yeniakit.com.tr/haber/gafam-nedir-gafam-ne-demek-gafam-acilimi-nedir-1516664.html

 

Devamını Oku
Bilgi GüvenliğiCyber Security

Köpeksiz Köyün Değneksizleri ve Truva Atı

Beware_of_Greeks_bearing_gifts

Köpeksiz köyün değneksizleri ve Truva Atı

 

Truva atı ile ünlenen o meşhur savaşın akılarda kalan tek kahramanı Achilles değildi. Aşk severlerin dikkatini çeken Hector olabilirken strateji severlerin dikkate değer bulduğu başlık da elbette Truva atı hikayesi olabilir.

Her ne kadar birileri  Truva’nın kaybettiği ve Yunan kralın Truva’yı yerle yeksan stratejisinin Truva Atı görünümündeki hediye olduğunu söylese ve hatta birtakım tarihçilerin tüm reddiyelerine rağmen Truva atını savunup belgesel ve filmlerle günümüze kadar aktarmış olsalar da öyle ya da böyle zamanın Yunan krallığının Truva’yı yenilgiye uğrattığı  herkes tarafından kabul gören tarihi bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.

Bu arada Achilles Efsaneye göre öleceğini bildiği hâlde Helen’i geri almak için yapılan ve en büyük savaş kabul edilen Truva Savaşı’na adının sonsuza kadar anılması için katılmış ve Truvalı Prens Paris tarafından sol topuğundan okla vurularak ölmüştür. Adının sonsuza kadar yaşaması için katıldığı savaşta Aşil Tendonu olarak da olsa ismi gerçekten şu ana kadar yaşamış görünüyor.

 

Gerçekten de bu savaşta içi askerlerle dolu at görünümünde bir hediye var mıydı? bilemiyoruz ama günümüzde “Truva atı” stratejisiyle bilgisayarlar ve akıllı telefonlar kolaylıkla ele geçirilebilir durumda.

 

Son zamanlarda “sessiz istila” olarak dillendirilen ve çoğunluğu 30 yaş altı genç erkeklerin oluşturduğu düzensiz ve kontrolsüz göçün “yeni nesil Truva atı” stratejisinin bir parçası olduğu sanırım her kesimden vatandaşın malumu.

Eskilerin kaset ya da tape, yenilerinse “dijital arşiv” olarak nitelendirdiği başlıklara erişimi kuvvetli olanlar da haliyle siber tanrıcılık oynamaktan kendilerini alı koyamıyorlar.

Hele bir de kuvvetler ayrılığı yerine “evrenin ulu mimarı adına” yaşayanlar veya “inanç kardeşliği” gibi Fraktall bir yapıya benzeyen birliktelikler ön plana çıkarsa vay o ülkenin haline.

Siber arşivi kuvvetli olan kurum başkanlarının bile terör örgütleriyle yaptıkları pazarlıkların ses kayıtlarının bir anda kamuoyuna açıklanması gelecekte yaşanması kuvvetle muhtemel olan siber istihbarat destekli iç savaşın aslında çoktan başladığını da gözler önüne sermişti.

Tabi ses ya da görüntü kayıtları ne derece gerçek? Gerçekse, bilirkişilik makamı gerçek diyecek mi? Ve en önemlisi devletine bağlılığını 15 Temmuz’un yıl dönümünde tatil yaparken hatırlayıp şehit olan özel harekatçılarımıza bir nebze olsun yaraşır şekilde yaşamak için çaba sarf edenleri tenzih ederek, etki-yetki dahilinde bulunanların devletten aldıkları kimlik kartlarına vesile olan bireyin, oluşturmaya çaba sarf ettiği dijital orduların şüphesiz paralel devletin bir parçası olduğunu hatırlatmakta fayda var.

Yani, elinde en az ülkenin resmî istihbarat kurumu kadar teknik becerisi olduğuna inanan başka kimler varsa onlara acımamak elde değil. Özellikle 313 veya 666 kişilik siber ordu olarak nitelendirdikleri ekiplerle devletin imkanları dahilinde hareket edip, makamın temsilcisine biat edip vatana ihanet içerisinde yer alanların vay haline… “Vazifeyi ihmale sürükleyen merhamet vatana ihanettir” bu sözün hakkını verenlere de selam olsun tabi.

Günümüzün Truva atı olarak ülke içerisinde hızla çoğalan sessiz istilacılar hem iç güvenliğin hem de dış istihbarattan sorumlu kurumların veri alışverişi yaparken yüz yüze veya m2m (machine to machine) görüşmesi için muazzam bir simülatör olarak kullanılıyor.

Şöyle de diyebiliriz, ülkede gezinen tüm kaçak ve kayıtlı göçmenler devletin anlık takibi altında. Bu takibe inanmayanlar varsa pandemi sürecinde ne kadar evde kaldığı? Ne kadar dışarıda gezindiği? Ve aslında yeni  nesil nüfus sayımı yapılan pandemi sürecinde kurumu şart koştuğu için aşı kartına torpille mi yoksa gönüllü mü “aşılı” yazdırıp yazdırmadığından emin olsunlar derim. Hatta, pandemi döneminde sözüm ona ateş ölçer olarak kullanılan yüz tanıma sistemlerinin halen daha AVM, Hastane ve kamu kurumlarında aktif olarak kullanılmasını görmezden gelmemek lazım. Yani, görüntü işleme sadece kullanan kurumların değil aynı zamanda üreticilerinin de veri sınıflandırması için kullandığını inkar etmek pek gerçekçi olmaz.

Kurumlarımız artık işini iyi yapan ve yapmayan ya da yapamayan kurumlar olarak ayrışıyor.

Zaten dijital arşiv gücü ve dijital orduların bireye mi? Yoksa kuruma mı? Bağlı olduğunu anlamak için de bundan daha iyi bir tatbikat olamazdı.

Özellikle bilişim sistemleriyle ilgili olanların bildiği gibi eğer bir program alınacaksa yani ihtiyaçsa bu, ihtiyaç önce demo olarak testi yapılacak olan makineler ve sistemlerde denenir. Yani test ortamı, canlıda çalışan sistemlerden bağımsız ve ayrı bir çalışma alanıdır. Sonra uygun görülürse çalışan sitemlere entegre edilir veya uygulanır. Kısacası canlıya alınır.

Mesela Emniyet Genel Müdürlüğü Bilgi İşlem Daire Başkanlığı bünyesinde kime gerçek çalışan sistemlerde yani canlıda siber istihbarat faaliyetine veya ihtiyaç duyulan yabancı menşeli yazılım demosu yapmasına izin verilir bilemem ama yerli bir yazılım olsa bile canlıda testi yapılmaz. Tabi emir büyük yerden gelirse o ayrı ama devletin adamı ise emir büyük yerden gelse bile nerede durması gerektiğini bilir ve kazancı ne olursa olsun paradan çok daha kıymetli olan liyakate uygun olarak ve hatta gerekirse projede “başarısız olundu” diyerek milyon dolarlara veda etmesini bilir.

Günümüzde sessiz istila belki de yeni nesil bir Truva atı stratejisinin son evresi olabilir. Yerli ve milli tüm kurumlar canlıda test ediliyor olabilir. Hatta prompterlar aracılığıyla ve siyasetçiler eliyle devlet yıpratılmak isteniyor bile olabilir. Belki de gemi batarsa özel yatlarla yeni yaşam diyarlarında hayaller çoktan gerçekliğe bürünmüş de olabilir.

O halde şunu söylemekte fayda var sanki;

Terör örgütü üyeliği tescilli savcılar başta olmak üzere devletin öz evlatlarını yetim bırakan  kim varsa Truva atıyla plan yapanlar aynı çuvala girmeden yeni dönemin başladığını anlamak pek mümkün değil.

Köpeksiz köyün değneksizleri ile değneksizlere köpek olanlar sanırım artık iyice ayyuka çıktı.

Desenize, şimdi uğrunda aşkını da ruhunu da katletmek zorunda kalanların devlete olan bağlılığı canlı da test edildiğine göre sokaklarda börü görmenin tam zamanı.

Birilerinin Tohum ağaçlarının dallarının bir bir budandığını ve günümüzde aşırı su verip çürütmekle suçladıkları fidanlar ile yeni tohumlar atıp verimli hasat için çabalama iddiasında olan yağmur duacıları arasında ne yaşanırsa yaşansın köpeksiz köyün değneksizleri börü sandıklarına pek güvenmesinler.

Achille’in kimilerine göre bir kahraman olarak anılması ve sadece bir tendon olarak günümüzde gerçekten anılıyor olması tesadüf mü bilemeyiz tabi. Soysuz olarak anılıp soysuzların ardında saf tutmak ne ise fidanlara su bahanesiyle ağaç kesip duaya çıkanlara eşlik etmek de zorunluluk olmasa gerek.

Bu arada gerçek börüler her şeyi ve her grubu kolaylıkla izler. Bu günleri, yani geçmişin geleceğini öngörür ve planlamasını ona göre yapar. Gerçek bir kurt birliği zora düşerse hiç umulmadık anda birliğe desteğini atar ve börülüğüne devam eder.

Yunan mitolojisinde Truva’nın Türklerin yurdu olarak dile getirilmesi birileri için güçlü bir motivasyon olsa da yolunu kaybedenlere Asena’nın ışık olması da ayrı bir motivasyon kaynağı olsa gerek. Yeter ki Asena olarak bilinenler Arap kültürü yerine Türk’ün töresine uygun yaşamak adına çaba sarf etsinler. Geriye kalan ne olursa olsun Börüler üstesinden gelir…

 

Kurtlara selam, köpeklere yazıklar olsun.

Peki değneksizlere ne olsun?

 

Devamını Oku