Egemenlik Artık Sayısal Alanlarda Yazılıyor
Sağ olsun Murat Binbaşımın yolladığı faydalı içerikli linklerden bir yazının detayına bakınca sevgili Mehmet Öğütçü’nün “Uçak Yetmiyor, Yazılım da Gerekiyor: Kod, Lisans ve Egemenlik Savaşları” başlıklı harika yazısını gördüm ve hemen bir solukta okudum. Uçağın gölgesinin size ait olabileceğini ama uçuş kaderini belirleyen kodların başkalarının elinde olduğunu anlatan o çarpıcı cümle, uzun süredir zihnimde dönüp duruyordu. Çünkü mesele artık motorun kim tarafından üretildiği değil; o motorun hangi sayısal zekâ tarafından yönetildiği. Yazı bana yalnızca savunma sanayisinin değil, dijital dünyanın tamamında benzer bir kırılma yaşandığını hatırlattı. İşte bu satırlar, o yazının bıraktığı stratejik yankının, siber ve sayısal cepheye taşınmış bir devamı. Dedim ki kendi kendime: “Hadi Burak, geç klavyenin başına da ekrana karala birkaç satır.”
Karalamak dediysem, mesele sadece yazmak değil — çağın yönünü koklayıp, bu dijital savaş meydanında kim olduğumuzu yeniden hatırlamak.
Artık savaşlar cephede değil, kod satırlarında veriliyor.
Bir uçağın kanadı, bir füzenin menzili ya da bir radarın görüş açısı kadar, hatta onlardan da önemli bir şey var: o sistemin beynine yerleşmiş yazılım.
Ve işte tam bu noktada “yapay zekâ” demek bile eksik kalıyor.
Çünkü bu işin yapay tarafı yok — aksine fazla gerçek, fazla sayısal.
Yapay mı, Sayısal mı?
Yıllardır “yapay zekâ” diyoruz ama farkında olmadan meseleyi romantikleştiriyoruz.
“Yapay” kelimesi sanki ortada bir bilinç, bir şahsiyet varmış gibi hissettiriyor. Oysa bu sistemler bilinç değil, istatistiktir.
Oxford’tan Luciano Floridi, “Artificial Intelligence” ifadesinin gerçeği yansıtmadığını, kavramın insan algısını manipüle ettiğini söyler.
Noam Chomsky yıllardır vurguluyor: “Bu sistemler zekâ değil, yalnızca örüntü yakalama mekanizmalarıdır.”
Jaron Lanier de bir konuşmasında “Intelligence is not artificial, it is derivative” (“Zekâ yapay değildir, türetilmiştir.”) diyerek noktayı koymuştu.
Ben de aynı çizgideyim:
Yapay değil, sayısal zekâ.
Çünkü bu zeka, insanın emeğiyle yoğrulmuş, veriden öğrenen ama bilincini bizden alan bir sistemdir.
Yani ne ruhu var ne iradesi; sadece mantığı var — bizim mantığımızdan doğan bir mantık.
Kodun Ötesi: Okunabilir Veri, Anlaşılabilir Zekâ
Bugün mesele kodu kimin yazdığı değil; veriyi kimin okuyabildiği.
Bir ülke, kendi verisini yorumlayamıyorsa; kendi geleceğini de şekillendiremez.
Gökyüzündeki uydular sizin olabilir, ama o uyduların yazılımı başkasına aitse, egemenlik sadece bir illüzyondur.
Dijital zekânın amacı düşünmek değil, anlamaktır.
Ama anlamayı da başka merkezlere bırakırsanız, kendi kaderinizi başkalarının algoritmalarına devretmiş olursunuz.
Dijital Zekânın Gerçek Sahibi Kim?
“Yapay” değil, sayısal zekâ demek daha doğru. Çünkü burada mesele, kontrolün kimde olduğu değil; sayısal verilerin insanlar tarafından da okunabilir, anlaşılabilir ve yönetilebilir olması. Gerçek egemenlik, sadece algoritmayı yazmakta değil, o algoritmanın nasıl düşündüğünü çözümleyebilmekte yatıyor.
Bugün dünyanın dört bir yanında, belki de farkında olmadan, 1071’in dijital devamını yazan yüz binlerce mühendis, geliştirici, siber güvenlik uzmanı ve analist var. Birçoğu Silikon Vadisi’nde, Berlin’de, Estonya’da, Finlandiya’da, Bangalore’da ya da İstanbul’da kod yazıyor; ama aslında belki de “siber güvenlik komutanlığının görünmez askerleri.”
Her biri, insanlığın dijital hafızasına satır satır katkı sunarken, Türkiye’nin dijital egemenliğine de bir tuğla koyuyor. Ancak bugün işlettiğimiz cephe tekniği değişti: tek kullanımlık ajanlar, metaverse istihbaratı (METINT) gibi yeni araçlar ve sanal ortamlarda yürütülen izleme faaliyetleri, çalıştığımız kodun ve verinin hangi güçler için kullanıldığını görünmez kılabiliyor. Bir uzman, kendisinin “NSA için çalıştığını” veya sıradan bir araştırma projesinde olduğunu düşünürken, farkında olmadan başka bir ülkenin istihbarat çıkarlarına hizmet ediyor olabilir — çünkü modern istihbarat alanında sınırlar fiziksel değil, verinin akışı ve işleniş biçiminde çiziliyor. Bu yüzden sadece kod yazmak yetmez; yazdığın kodun, verinin ve platformun kime hizmet ettiğini —bilinçli olarak— sorgulayacak bir mesleki vicdan ve milli farkındalık şart.
Ve belki de çağımızın en büyük farkındalığı şu:
Savaş artık sadece cephede değil, veriyi kimin anladığında.
Çünkü kontrol artık düğmeye basanda değil — verinin anlamını okuyabilende.
Dünyanın dört bir yanındaki yazılımcılar, siber güvenlik analistleri, veri mühendisleri…
Belki farkında bile olmadan, 1071’in dijital devamını yazıyorlar.
Her biri, Siber Güvenlik Komutanlığı’nın görünmez neferleri gibi; kimisi ağ izliyor, kimisi kod test ediyor, kimisi sadece log dosyalarını analiz ediyor.
Ama hepsi, birer dijital sınır muhafızı aslında.
Bu ülkenin verisini, aklını ve dijital egemenliğini koruyorlar.
Bu yüzden bazen diyorum ki: “Bizim 1071’imiz yeniden yazılıyor, ama bu defa satır satır kodla.”
Sayısal Egemenlik Stratejisi
Bugünün egemenliği üç temel katmanda ölçülür: Donanım, Yazılım ve Zekâ.
Eğer bu üçü de senin elinde değilse, bağımsızlık sadece bir başlıkta kalır.
- Milli Zekâ Mimarisini Kurmak:
ASELSAN, HAVELSAN, TÜBİTAK, GUSEYAD ve özel sektör bir araya gelmeli; “Sayısal Zekâ Enstitüsü” kurularak milli kodlama standartları geliştirilmeli. - Veri Okuryazarlığı:
Halkın, gençlerin ve yöneticilerin veriyi okuyabilmesi artık savunma kadar önemli. - Kod Diplomasisi:
Teknoloji anlaşmalarında “kaynak kodu paylaşımı” yerine en azından açık API ve yerli entegrasyon şartları pazarlık konusu olmalı. - Siber Tatbikatlar:
Dijital seferberlik yalnızca teknik değil, psikolojik bir hazırlık süreci olmalı. - Uluslararası İşbirliği:
NATO ile uyumlu ama yerli öncelikleri koruyan bağımsız bir siber diplomasi çizgisi oluşturulmalı.
“Yazılım Bizimse, Uçağın Motorunu Kim Üretmiş Önemli Değil” — Ama Gerçek Bu Kadar Basit Değil
Çokça duyduğumuz bir söylem var:
“Gömülü yazılım sizinse, uçağın motorunu kim üretmiş önemli değil.”
Bu düşünce büyük ölçüde doğru, ama eksik.
Çünkü yazılım sizde olsa da, o yazılımın çalıştığı board (ana kart), işlemci, FPGA, Ethernet kontrolcüsü gibi bileşenlerin her birinde low-level gömülü yazılımlar (firmware) bulunur.
Yani bir anlamda, cihazın kalbini sizin kodunuz değil; onun altında yatan, üreticinin gizli tuttuğu mikro düzeydeki komutlar yönetir.
Ve işte asıl risk de burada başlar.
Bir radarın menzilini yazılımla değiştirebilirsiniz ama,
o radarın çip seviyesindeki davranışını tanımlayan microcode’a erişiminiz yoksa, gerçek kontrol sizde değildir.
Bu sadece uçakla bitmiyor.
Haberleşme uydularının bile gömülü yazılımları birbirine uyumlu olmak zorunda.
Uydu modeminden yer istasyonuna kadar her bileşen, aynı “dijital dili” konuşmak zorunda.
Bir halkadaki uyumsuzluk, tüm zinciri felç edebilir.
Umalım ki NATO standartlarını, Çin ve Rusya teknolojilerini “aynalamayı” ne kadar iyi beceriyorsak,
bir gün biz de başkaları tarafından aynı şekilde “aynalanmayalım.”
Aynalama — Dijital Dünyanın En Sinsi Gözetim Tekniği
Siber istihbaratın en sinsi ama en etkili yöntemlerinden biri: aynala(ma).
Teknik adıyla “mirroring” veya “bridging.”
Kısaca: bir sistemin trafiğini, davranışını ya da protokollerini birebir kopyalayıp analiz etmek.
- Mirroring (Port Mirroring / SPAN): Ağdaki veriyi bir porttan diğerine kopyalar. Meşru izleme için faydalıdır, ama kötü niyetli ellerde trafiği izlemek ve analiz etmek için kullanılır.
- Bridge (Layer 2): Farklı ağları birbirine köprüleyip görünmez bağlantılar kurar. Yanlış yapılandırılırsa, veri başka ağlar üzerinden yönlendirilir.
- DLP (Data Loss Prevention) Ayna Etkisi: Normalde veri sızıntısını engeller; ama tersi şekilde kurulduğunda, hangi verinin kritik olduğunu tespit edip casusluk amacıyla kullanılır.
- Firmware / Microcode Cloning: Donanım davranışlarını taklit etmek için işlemci ve kart seviyesindeki firmware analiz edilir. Böylece bir ülkenin savunma mimarisi “davranışsal olarak” kopyalanabilir.
Bu yüzden “aynalama” sadece bir izleme tekniği değil; aynı zamanda bir davranış istihbaratı yöntemidir.
Rakip, sizin ağ yapınızı birebir taklit ederek, sistemlerinizin nasıl tepki verdiğini öğrenir.
Ve siz farkında olmadan, kendi stratejinizi onun test laboratuvarına taşımış olursunuz.
Aynalanmamak İçin Ne Yapmalı?
- Donanım kökenli güvenlik (Root of Trust):
İşlemci, ana kart ve ağ kartı seviyesinde üretici bağımsız güven zincirleri kurulmalı. - Firmware Şeffaflığı:
Tüm düşük seviye yazılımlar dijital imzalı ve yerli doğrulama altyapısına bağlı olmalı. - Ağ Segmentasyonu ve İzolasyon:
Kritik sistemlerde aynalama girişimlerine karşı izleme ve hızlı devre dışı bırakma senaryoları tasarlanmalı. - Ters İstihbarat Honeynetleri:
Kendi ağında “tuzak sistemler” kurarak düşmanın aynalama girişimlerini tespit etmek mümkün. - Sertifikasyon ve Tersine Mühendislik Direnci:
Tedarik edilen her ekipman için firmware ve veri güvenliği kriterleri sözleşmelere dâhil edilmeli.
Koddan Çok, Kaderimizi Okuyalım
Yapay zekâ kavramı bir gün tarihe karışacak.
Çünkü zekâ, yapay değil — sayısal.
Ve bu sayısal zekâ, artık ulusal güvenliğin, egemenliğin ve hatta varlığın temel bileşeni.
Eğer algoritmaların ruhunu başkaları yazmaya devam ederse,
bir gün kendi kaderimizi onların “update notes”larında okumak zorunda kalırız.
Bizim görevimiz, sadece veriyi değil,
verinin anlamını da savunmak.
Çünkü egemenlik artık sınırda değil,
sunucuda.
yetkinreport.com/2025/11/02/ucak-yetmiyor-yazilim-da-gerekiyor-kod-lisans-ve-egemenlik-savaslari






