Bilindiği gibi bilgisayarların masa üstünde “çöp kutusu”, elektronik postalarımızda ise “gereksiz klasörler” başlığı altında işimize yaramayan, kullanım süresi geçmiş, “spam” ya da “bozuk” olan ne varsa sürükleyip atarız. Hatta sistem bizi hemen “kalıcı olarak sil” seçeneğine yönlendirmez ki “veri kurtarma” yapmak zorunda kalmayalım.
Hatırlatma! Hepimizin son günlerde ezberlediğimiz “corona virüs”, bu yazıda bundan sonra “virüs” olarak ifade edilecektir. Şimdi yazımıza dönelim…
Bu virüs için çok yazılıyor çok çiziliyor hatta tokalaşmanın ötesindeki “selamlaşma teknikleri” üzerine dünyada ne kadar selamlaşma şekli varsa, hepsini ya deniyor ya da deneyenleri izliyoruz; çok afedersiniz insanlar artık resmen kıçıyla-başıyla selamlaşmaya bile başladı. Bu virüs, insanların fazla samimi olmalarını istemiyor gibi. Yapılan uyarıların tamamının ortak noktası; hijyen, toplu yerlerde fazla sarmaş dolaş olmamak ve hapşırınca ağızların kolumuzla kapatılması yönünde. Bu virüsün hızla yayıldığını hep birlikte izliyor ve hedef aldığı yaş gruplarına baktığımızda ilerlemiş yaşta bulunanları öldürmesinin ağırlıklı olduğu görünüyor.
Özellikle, Alman gençlerin “Yaşlı Almanlardan kurtulmak için bu virüsten daha doğal bir çözüm olamazdı” dediklerini duyuyoruz. Ama bu sadece Almanya’nın etkilendiği bir risk değil. İtalya ve daha nice AB ülkesi bu virüsün etkisi altında. Konserler, basket ve futbol müsabakaları ile çocukların robotik etkinlikleri bile bu virüs nedeniyle ya ertelendi ya da ertelendi. Kısacası bu virüs, hayatımızın her alanında karşımıza çıkıyor. Türkler’de bu etkinin çok az olması akıllara hemen “Türk geni” veya Türk kanında var olduğuna inanılan asil kan kokusu da ulaşıyor olmalı ki virüsün en büyük etkisini gösterdiği beyinlerde istenilen etki bir türlü uyanmıyor. Hani derler ya; gaz kaçağını çakmakla kontrol ederiz… Belki de, “Ne Mutlu Türküm diyene” demek de virüs modası olacak. Bir virüs düşünün! Hollywood’dan NBA’ye, devlet başkanlarından hükümet yetkililerine kadar herkesi reklam filminde oynatabilsin… Bir de “Faydalı ve gereksizlerin ayıklanması” için bir elek gibi kullanıldığını düşünün! Daha önceki bir yazımda, kanser hücrelerinin test sonuçlarının “İsrailli arkadaşlar” tarafından nasıl negatifi, pozitif olarak güncelleyip, kemoterapiye hiç ihtiyacı olmayan hastaların, kemoterapiyle tedaviye yönlendirildiğini videolu olarak da anlatmıştım. Aynı yöntem geçerli olur mu bilemem ama Dünya Sağlık Örgütü burada hükümetlere ne derse uygulama da bu örgütün belirlediği çerçevede gerçekleşir.
Bir uyarı ile daha dikkat çekelim; Bilindiği gibi, gerek avuç içi, damar, parmak izi gibi daha nice kişisel ve biyometrik, biyolojik verimiz Dünya Sağlık Örgütü’nün yönlendirmesi ile mi yoksa başka bir zeka mı bilinmez bir şekilde tüm hastanelerimizde bir standart haline getirildi. Bu veriler, bize ait olmayan veri tabanlarında, bize ait olmayan sunucularda ve birçok donanım ve yazılımla çoktan sınıflandırıldı. Genç, yaşlı, zeki, deli, akıllı, geliştirici, kullanıcı, öğretmen, öğrenci gibi başlıkların yanı sıra, istenilen daha birçok başlıkla yapay zekanın sofrasına meze edildik. Hani “Büyük Veri” (Big data) diyoruz ya hep… Alın size büyük veri ve büyük büyük verileri işleyenlerin dünyası!..
Düşünsenize! Devlet başkanları ve hükümet yetkilileri bile bu virüse yakalanabiliyor. Karantina altına alınıyor ve geri planda bekliyor; yerine yardımcıları mı bakar, danışmanları mı bizim konumuz değil ama virüs bulaşan biri ölürse, şimdiden “bu virüsten ölen şehit sayılır” diye fetva veren haberleri de görmeye başladık. Şayet bu haberi büyük günahkar olan biri okursa, koşa koşa “bu virüs bana da bulaşsın” derse ve “bu intihar olur mu?” diye sorulsa, büyük ihtimalle sekülerleşme karşıtı olan psikiyatristlerin yorumlarına da tanıklık ederiz ve hiç şaşırmayız… Bu arada, virüsün varlığı ve etkilerini karikatürize etmekten daha çok, hakikaten kendinizi virüslü hissediyor veya virüslü olarak tanımlanmışsanız hemen kendinizi karantinaya alın. Sevdiklerinizden uzak durun ki bir an evvel iyileşmek için çabalayın. Bahar, metabolizmamız için dönüştürücüdür. Neticede, “seni gördüğümde bahar gelir” veya “bahar gibi geldin ruhuma” şeklindeki ifadeler, gönül işlerinde sıkça dile getirilir ve baharın gelişi de tüm dünya için yeşerme/yaşama belirtisidir. Baharın girişinde sevdiklerine virüs bulaştırmamak için kendini karantinaya alanların, karantina sonunda sevdiklerini görüp göremeyeceği veya bir araya geldiklerinde maskesiz sarılıp sarılamayacaklarını yalnız ve yalnız bize ruh üfleyen bilir. Kısacası, virüsten arınmak için tedbir alıp, failini de meçhul olmayana bırakmaktan başka seçeceğimiz yok. Bir de karantinaya alınanların, alıkonuluyor gibi bir durumları var tabii. Ülkemiz, birçok konuda olduğu gibi bu virüs konusunda da tüm dünyaya ders verdi. Hem de birçok başlıkta. İnsan hakları ve mülteciler gibi konuların yanı sıra bu virüs vakalarında yerli ve yabancı hastalara karşı tevazu, şefkat, hakikat, adalet ve edep gibi konu başlıklarında dünyaya örnek olduk. Çin’den çıktığı söylenen bu virüs, daha çok su kaldırır.
Bu daha başlangıç. “Niye?” derseniz! Çin, ABD’li askerlerin bu virüsü ülkelerine getirdiğini iddia ediyor. Amerika ise Çin’in otoriter yönetiminden şikayetçi olan şehirlerin başında gelen “Wuhan’ın cezalandırıldığı” gibi iddialara yer veriyor. Daha birçok iddia da havada uçuşuyor. Ayrıca Çin’den gelen görüntülerde, Çinli yetkililerin Wuhan halkını karantinaya alırken polis eşliğinde götürülmelerini, sağlıktan daha çok, otoriter yaklaşımları benimsendiğini dünyaya da göstermiş oldu. Bu virüs, “medeniyetin beşiği” iddiasında olanların kalan tek dişlerini daha fena mı çürütmüş yoksa kalan tek dişini çekme niyetinde mi göreceğiz.
Şimdilik virüsün ismini kullanan içecek markalarının, yeni isim arayışında olduğunu biliyoruz. “Kedi gibi evcil hayvanlarda görülen bu virüsün gelişmiş hali ile mi karşı karşıyayız” gibi soruların irdelendiğini alt tonlarda dile getirenler olsa bile virüs bulaşanların karantinaya alınması gibi kedilerin de karantina altına alındığını duymadık. Yani kediler, bu dünyada virüsün etkisi altında olan yaşlılar kadar ölüm riski altında değil. Belki de aşılarını eksiksiz yaptıran ev kedileri, sadece sokak kedilerinden daha fazla şanslı olmaktan öte, evdeki karantinanın keyfini çıkarabilen özel bir canlı türüdür; kim bilir! Amansız hastalık ve etki bazında baktığımızda, kolera, veba, verem gibi milyonlarca kişinin ölümüne sebep olan hastalıkların en güncel virüsü ile karşı karşıyayız.
Bu virüs, insan eliyle mi üretildi yoksa Yunanlının, mültecilerin botuna sapladığı mızrağın dezenfekte olmamasından mı kaynaklı? Yoksa kendi milleti veya başka bir millet demeksizin insanlığı “yüz tanıma” ile gözlemleyenlerin maskeli insanları tespit edebilen teknolojiyi geliştirme arzusunun bir sonucu mu bilemeyiz.
Belki de bilinen, görülen ve tüm dünyanın bir arada tanık olduğu büyük bir “PR çalışması”yla farklı ve gerçek bir savaşın provasıdır. Savaş dışında hangi güç sınırların kapanmasına, uçuşların, eğitimin, müsabakaların ve düğünlerin iptaline sebep olabilir? Biyolojik savaş için bir sınama mı? Kim bilir belki de dijital anlamda tüm alışkanlıklarımızı kişisel verilerimizle destekleyerek bir plan peşinde olanlar vardır ve fiziksel erişimi sınırlandırıp, dijital nüfus sayımı işlemi ile “gereksiz” olanların bu virüsle bazen karantina ile bezense “EX” ya da “mort” olmalarını isteyenler vardır. Bu sayede, “tek devlet”in aydınlanma hareketi mensuplarına dünyada cennet gibi bir hayat vaad etmek daha kolay olabilir. Gerçi, “Allah adamı işte böyle iki büklüm yapar” ya da “Korkudan edepli selam vermek neymiş gösterir” diyenlere kalben tebessümü bir borç biliriz. Ancak, bu güne kadar kimlerin hangi renklerle sınıflandırılıp, güven kazanılıp desteklendiğini “Babasının parasıyla mi yapıyor; devletin parası neticede!.. Teknoloji bağımsız ve yerli işte!..
Amma da kıskançsınız ya da doyumsuz” diye algılananlar bir yana, yapılan ne varsa, kötü niyetlilerce izlenebilir olması, diğer güç dengelerinin teknik takibinde olması, şimdi çok meşhur olan virüsün gölgesinde kalıyor olsa da aydınlanma hareketinde, dost cephede bulunanların aile saadetine devam ettikleri ve keyiflerinin yerinde olduğu görünüyor. Politize olmaması gereken gençlik, şu an virüsün bağımlısı olarak karantinaya mı alındı, yoksa kendini gönüllü karantinaya mı soktu bilemeyiz ama askerim politize olurken, fısıltı gazetelerinde ne gibi manşetlere yer verdiler diye merak etmekten kendimizi alıkoyamıyoruz.
Enfeksiyon hastalıkları uzmanı değilim ama basit bir siber güvenlik araştırmacısı olarak şunu söyleyebilirim; Bağışıklık sistemimizin sınırları, dijital platformlarda ve sosyal medya üzerinden adeta teste tabi tutuluyor. “28.000 TL karşılığında virüsün aşı testine gönüllü aranıyor!..” gibi ilanlara daha çok rastlayabilirsiniz.
Yalnız bizim “Kâlu Belâ”da verdiğimiz söz, Sırat Köprüsü’nde verip veremeyeceğimiz meçhul olan bir de sınavımız var. Taşımak zorunda kalırsak da maddi karşılığı bulunmayan bir biçimle, virüsü bedenimize zerk ettiğimizde tek amacımız vardır bireysel olarak varamasak bile asil kan sahiplerinin kızıl elmaya varmasını sağlamaktır. Lütfen bizleri, para karşılığı “virüs aşı testine gönüllü” olanlarla karıştırmayınız. “Gereksiz” diye ıskartaya ayrılanlar ile “gerekli” görüldüğü sanılan ve “güç bizim elimizde” diyenlerin karantinada olması ise çok üzücü. Virüsün kime ne fayda, ne zarar sağlayacağını bilemeyiz ama hangi devletin tarihine, şeytanın silüetini iz bırakma gayretinde olan yetkililerin, virüs nedeniyle işlediği suçlardan bu dünyada yargılanmadan amansız hastalığın bir sonucu olarak, kökten ortadan kaldırılacaklarıyla ilgili fısıltılar da çoktan yayılmaya başladı.
Hani denir ya; ilim malumuna tabidir. İlmini malum edene şükürler olsun… “Nerede Rabbinin azabı? Al da gel, neyse azabı görelim!..” diyen kuduruk kavimlerin dünyasından günümüze geldiğimizde, sanal para ile gezegenler arası seyahat veya Ay’da hayat vaad edenler de çok iyi bilir ki tüm zerrelerimizden haberdar olan Yüce Allah bu virüsten de haberdardır. Sabrı ve şefkati sonsuz olana şükürler olsun. “Temizlik imandandır” sözünün tecellisini dünyaya tatbik ettiren O, nurunu tamamlayacak olan da O… Virüs bahanesiyle yapılan birçok anlaşma feshediliyor, yapılan bağışlar unutulup, “bağış yapılan anlaşmalar hükümsüzdür” denilerek anlaşmalar geçersiz sayılıyor.
Virüs gereksizleri mi siler yoksa karantinaya mahkum edilenler cennete mi gider bilinmez. “Ruha üfleyen failinde meçhul olmaz amma virüse yaklaşan güzel, gönülden de Irak olurmuş.”
. Burak Bozkurtlar, dikGAZETE.com
dikGAZETE.com