17ağustosdeprem

17 Ağustos depremi olarak bilinen ve 7.4 şiddetini iliklerimize kadar hissettiğimiz o gün, kimilerine göre mahşer günü kimilerine göre ise kıyametin koptuğu bir gündü…

Üsküdar’da yakalandığımız 7.4 şiddetindeki deprem sonrası birkaç gün boyunca rahmetli dedemin pazar tentesinin altında bir süre konaklamanın ve tüm ailenin bir arada olmasından çok mutlu olmuştum.

Ancak radyodan gelen Gölcük haberleri sonrası bırakın mutlu olmayı yediğimiz lokmalar boğazımızdan geçmiyordu. Çok şükür bize de görev nasip oldu ve rahmetli Alişan ağabeyin planlaması ile 3 kamyon ile Gölcük’e yola koyulduk.

Sular altında kalan binalar, yersiz ve yurtsuzluk hissiyatıyla karşılaştığımız insanların içler acısı hallerine tanıklık etmek yüreğimizi adeta dağlıyordu…

Yardım poşetini bir türlü ulaştıramadığımız gencin zar zor yanına vardığımızda; neden çaba sarf etmedin şu poşeti yakalamak için dediğimizde, hiç beklemediğimiz bir yanıt vermişti… -bu gördüğünüz ve yıkılmış olan tüm binalar aileme aitti ve biz çok zengindik. Kimsem kalmadı, ailemden sağ kalan kimse yok ve artık ne malın ne de bir mülkün hiçbir kıymeti yok…

Öte yandan edep ve haya akan genç bir kızın ailesi ile kaldığı çadırı ziyaret ettiğimizde bize direkt olarak şunu söylediler; bakın burada bir çamaşır makinesine bir buzdolabına nice kızlarımız heba edildi. Bu yardımları farklı bir niyetle yapıyorsanız istemeyiz bilesiniz…

Çok şaşırmış olsak da haklılardı. İnsanların zor zamanlarında kendi çıkarlarını düşünenlerin edep ve hayayı din kisvesi altında pazarladıkları bir çağda olduğumuzu bir an olsun unutmuştum ki, zevzek ve çakma hocaların askerlerimiz üzerinden yürüttüğü algı yönetimi depremin yaşandığı Gölcük’ten daha çok, bir eli yağda diğeri de balda olanlar tarafından anlık basılan fısıltı gazetesi ile çoktan tüm ülkeyi sarmıştı bile…

17 Ağustos depremi öyle acılarla dolu bir gündü ki, kalanlar mı şanslıydı yoksa gidenler mi kurtuldu diye halen daha insan içten içe kendisiyle tartışıp durur.

Aradan yıllar geçti ama 17 Ağustos’ta yaşanan acıların sızısı bir an olsun geçmedi. Çok şükür ailemizden kimse o gün ölmedi derken başka bir 17 Ağustos günü ananemi kaybettik.

Kaybettik dedim çünkü bir İETT otobüsünün altında can verdiğinde müslüman kisvesi altında gezinen çakallık yine hortlamıştı. O gün kimin canı ne kadar yandı bilemem ama ben bende değil adeta meçhullerdeydim.

Karakolda bir insanın ölümüne sebep olan katille bir an göz göze gelsem de gasılhanede bekletilen ve bir türlü cenaze aracı tahsis edilmeyen ananemi derhal evine getirmeliydim diye düşündüm. Sağolsun buzcu Emre’nin aracı ile ananemi sağ olmasa da sağlim bir halde evine ulaştırmıştım. 18 Ağustos’ta ise kendisini ebedi istiratgahına uğurlamıştık.

Tıpkı 17 Ağustos depreminden sonra yıkılan binaları yenileyenler ve sahipsiz arsalara çökmek için uçuşan akbabalar gibi ananemin vefatı sonrası Allah rahmet eylesin ve mekanı cennet olsun diyerek katile neredeyse annemizi şehit ettin sağolasın diyecek kadar huşu içinde müslüman taklidi yapanları da görmüş olduk.

Katile ne mi oldu? Aman mevkim ve makamım tehlikeye girer diyenlerin sessizliğinde, takdiri ilahi diyenlerin Müslümanlığında ölüm hak miras helaldir anlayışı ile bir 17 Ağustos daha dünyanın henüz yıkılmamış kötülük tentesi altında geçivermişti…

Bugün yine 17 Ağustos ve yine din kisvesi altında anlık basılan fısıltı gazetelerinin manşetleri sahteliklerle süslenmeye devam ediyor.

Neyse ki her 17 Ağustos’un hemen ardından hakikat ehli olma çabasındakilerin karanlık gecelerini aydınlatan bir güneş gibi doğan 30 Ağustos var ki, dostun yüreğine güven düşmanın ise tüm iliklerine kadar hissettiği ve bir türlü sindiremediği hakikatin tecellisi herkesçe görünüyor.

Hani derler ya ateş düştüğü yeri yakar. Tıpkı bu misalde olduğu gibi 1998’de ocağımıza düşmeyen ateş 2003’de ve 17 Ağustos’ta düşmüştü.

İhmallerden kaynaklı ocaklara ateş düşürülmesine sebep olup fısıltı gazetesinin başyazarları olanların da ocaklarına ateş düşmesini dileyecek değiliz elbette. Biz topraktan yaratıldık onlar ise belli ki ateşten. Herkes vazifesini yapacak elbette. Bizim de vazifemiz toprak olup yeşerecek olanlara zemin olmak ve gerektiğinde ateşi harlayanların boğazına kadar toprağı doldurup yüreklerde ve ocaklarda yakmaktan haz aldıkları ateşi söndürmek olsa gerek…

1999 Gölcük Depremi, İzmit Depremi, Marmara Depremi ya da 17 Ağustos 1999 depremi, 17 Ağustos 1999 sabahı, yerel saatle 03:02’de gerçekleşen, Kocaeli/Gölcük merkezli deprem. Richter ölçeğine göre 7,5 Mw büyüklüğünde gerçekleşen deprem, büyük çapta can ve mal kaybına neden olmuştu.

Umutları yok etmek için çabalayan ateşi harlayan omurgasızların karşısında orada kimse var mı diyenlere buradayız diyen tüm yiğitlere de selam olsun…

Kimileri 17 Ağustos’ta aile olmayı kimileri de umudunu yitirenlere umut olmayı öğrendi.

 

 

 

Tags : 17 ağustos17 ağustos depremideprem
Burak Bozkurtlar

The author Burak Bozkurtlar

Siber Güvenilir Türkiye

Leave a Response