Konteynerdeki Kod: Yeni Nesil Tehditler Kapıda
Kargo Gemisiyle Gelen Tehdit: İstanbul’da Bir Konteyner Açılırsa…
Ukrayna ordusunun TIR içine gizlenmiş dronelarla Rus hava üssündeki stratejik bombardıman uçaklarını vurması, artık savaşların ne tankla ne tüfekle kazanıldığını hepimize gösterdi. “Örümcek Ağı Operasyonu”: Kamyon Kasasından Kalkan Dronelar, Rus Hava Gücünü Felç Etti 2025 yılının Haziran ayında, Ukrayna istihbarat servisi SBU tarafından yürütülen ve “Örümcek Ağı Operasyonu” olarak adlandırılan büyük çaplı saldırı, savaş tarihine adeta yeni bir bölüm yazdı. Bu kez saldırı gökten değil, yoldan geldi.

2024’te Ukrayna, Rusya’nın Pskov Hava Üssü’ne yaptığı saldırıda, drone’ları bir tırın kasasında gizleyerek taşıdı. Uydu bağlantısına gerek kalmadan önceden tanımlanmış GPS noktalarına giden bu drone’lar, iniş-kalkış yapabilen Sovyet üretimi Ilyushin bombardıman uçaklarını imha etti. Rus hava savunması, bu saldırıyı fark ettiğinde çok geçti; çünkü tehdit havadan değil, yoldan gelmişti. Bu olay, klasik güvenlik doktrinlerini çöpe attı.
Türkiye’ye TIR’la kaçak insan sokanlar, bir konteynerin içine drone veya robot yerleştiremez mi? Ukrayna, içi dronlarla dolu kamyonları Rusya’nın derinliklerine kadar sızdırdı. Uydu bağlantısına ihtiyaç duymayan, önceden tanımlanmış GPS koordinatlarına sahip FPV dronlar, Rusya’nın Irkutsk, Ryazan, Murmansk ve Ivanovo’daki hava üslerini hedef aldı.
Bu üslerde bulunan Tu-95, Tu-160 ve A-50 gibi stratejik bombardıman uçakları tek tek vuruldu. Rusya, saldırıyı fark ettiğinde çok geçti; çünkü tehdit füze sistemlerinin yukarı baktığı yerde değil, karayolundan gelen sıradan kamyonların içinde gizlenmişti.
Sonuç:
- 6 milyar Euro’nun üzerinde askeri kayıp
- Rus stratejik bombardıman filosunun üçte biri imha
- Geleneksel savunma sistemlerinin prestiji yerle bir
Şimdi soralım:
Türkiye’ye TIR’larla kaçak insan sokanlar, bir konteynerin içine önceden programlanmış drone sürüleri, hatta otonom robotlar yerleştiremez mi? Peki ya benzer bir senaryo Türkiye için yazılsaydı? Üstelik savaş alanı değil, Pendik Limanı olsaydı?
Denizden Gelen Sürpriz: İçinde Asker Yok, İnsan Yok… Ama Katil Var
Pendik Limanı’na yanaşan bir yük gemisinden indirilen sıradan bir konteyner. Evrakları eksiksiz, gümrükte kuşku uyandırmıyor. Ancak içinde, Boston Dynamics’in Atlas veya Çin yapımı RoboShar benzeri robotlar var. İçlerine işlenmiş görev basit:
Uyan, hedefe yürü, vur. Bu robotlar ne uyduya ne 5G’ye ihtiyaç duyar. Yalnızca karadan karaya lazerli konumlama, manyetik alan tanıma ve “önceden yüklenmiş koordinatlarla” hareket ederler. Ve bir sabah, konteyner açıldığında harekete geçerler. Hatta belki de Starlink’i bile ele geçirip işlerini görebilirler mi? Hani derler ya “akıllarda deli sorular” o misal…

İlk Hedef: İletişim Altyapısı ve Sivil Panik
Robotlar ilk olarak GSM baz istasyonlarını, enerji trafolarını, belediyelere ait altyapı kontrol merkezlerini hedef alır. Sonrasında Boğaziçi Köprüsü geçişini durdurur, metrobüs güzergahını felç eder. Kalabalık bir metro istasyonunda panik yaratır. Belki de bu sırada sosyal medyada bot hesaplarla yayılan “bomba var” mesajları devreye girer mi? Kaos, birkaç dakikada kontrolden çıkar.
Peki Ya Bu Robotlar BTÖ’nün Elinde Olsaydı?
Sorunun özüne inelim. ABD’nin YPG’ye zırhlı araçlar, Javelin füzeleri verdiğini görmüş bir ülkeyiz. Peki ya aynı odaklar, “sadece savunma amaçlı” diyerek bu tür robotları da “dijital savunma partnerlerine” hibe ederse? Ya da “aaa haberimiz yoktu, bir şekilde sistemler ele geçirilmiş (hacklenmiş) diyemezler mi? Neticede yakın zaman önce Çin’li ve Rus hackerların ağır siber saldırıları karşısında patır patır güncelleme yayınlayan bir NSA var ve bu durum epey canlarını yakmıştı ki tüm müttefiklerine Twitter üzerinden yayınlar yaparak açıkları kapatın demişlerdi

İyi niyetli destek olarak gönderilen bu otonom sistemler, birkaç satır kod değişikliğiyle bir şehrin kaderini belirleyebilir. Böyle bir saldırı Türkiye’de yaşanırsa, İstanbul’da hedef yalnızca siviller olmaz. Selimiye’deki 1. Ordu Komutanlığı bile bu saldırının koordinatları arasında olabilir. Bu bir komplo teorisi değil; teknolojik gerçekliğe dayalı, askeri planlamada masaya yatırılması gereken bir senaryo.
Barış Maskesi Altında Sızan Zibidi Projeleri: Güvenlik Zaafları mı?
Son dönemlerde “barış”, “birlik”, “eşit yurttaşlık” gibi ambalajlarla servis edilen duygu sömürüsü projeleri, şehitlerin kemiklerini sızlatacak noktaya geldi. Terörle iltisaklı isimlerin televizyonlarda “uzlaşı elçisi” gibi ağırlanması, gazilerin sabrını zorlaması bir yana; teknik olarak da bu ortam, BTÖ’ne büyük bir avantaj sağlıyor:
- Sivil toplum kisvesi altında gelen kişiler, istihbarat toplayabilir.
- Medya desteğiyle normalleştirilen bu kişi ve organizasyonlar, lojistik destek rotaları çizebilir.
- Aynı kişi, gece sosyal medya fenomeni, sabah bir otonom cihazı yönlendiren operatör olabilir.
Ve unutmayalım: İstanbul’da görev yapan bazı kamu görevlileri, geçmişte BTÖ ile fotoğrafları olan, ideolojik kaygılarla atanmış kişiler olabilir. Bu tür içeriden zaaf ihtimali, dış saldırıdan bile tehlikelidir.
Kamyon Arkasında İnsan Değil, Robot Gelsin Diye Bekleyenler
BTÖ’nün uyuşturucu ve insan kaçakçılığı hatlarını yıllardır takip eden herkes bilir:
- Her yıl binlerce kişi sınırdan “kamyon arkası” taktiğiyle geçiyor.
- Kaçak göçmenlerle birlikte gelen sinyal kesiciler, jammer’lar, askeri düzeyde haberleşme cihazları yakalanıyor.
Peki bu kamyonlarda sadece insanlar mı olabilir?
Ya içerisine sızma operasyonu için programlanmış, kurye kılığında getirilmiş otonom bir robot varsa? Ya da “kaçak silah” dediğimiz şey, artık 4 ayaklı, 2 kameralı bir silahlı robot köpekse?
Şu anda kaçakçılıkla mücadele eden sınır birlikleri, robot veya drone içeren kargoları tespit edecek donanıma sahip mi? Yoksa X-Ray her derde deva mı sanılıyor?
İsrail’in Lübnan’daki Telefon Patlatma Operasyonu: Siberin Kinetiğe Dönüştüğü An
İsrail, 17-18 Eylül 2024 tarihinde Lübnan’daki Hizbullah hedeflerine yönelik bir saldırıda cep telefonlarına sızdı. Telefona gelen bir mesaj, aslında fiziksel bir komut içeriyordu:
Patla.

Bu, dijital bir mesajla fiziksel saldırının saniyeler içinde birleştiği bir örnekti. Yani, artık bir şifreli mesajla değil, bir cep telefonuyla bina çökertilebiliyor. Tabi özellikle altını çizmekte fayda var, İsrail bu saldırıyı ithalatçı firma vasıtasıyla fiziksel olarak eriştiği telefonlara/telsizlere patlayıcı yerleştirmek suretiyle gerçekleştirmişti.
Türkiye’de kaçak yollarla gelen ve IMEI klonlaması yapılan milyonlarca telefonun bu amaçla kullanılmasını engelleyecek bir önlem planı var mı?
Siber Güvenlik Başkanlığı Ne Yapıyor?
Çiçeği burnunda olan kurumumuz özelinde şu an sormamız gereken soru şu:
- Siber Güvenlik Başkanlığı, karadan karaya konumlanan, insansız, otonom saldırı sistemlerine karşı uydu bağlantısı kesildiğinde çalışabilecek bir savunma sistemi geliştirdi mi?
- Yapay zekâ destekli otonom sistemlere karşı, yapay zekâ ile çalışan “anti-robot birimi” kurulması planlandı mı?
- Bu soruların muhatabı SGB mı? Yoksa Siber Güvenlik Komutanlığı mı?
Varsa neden kamuoyuna açıklanmıyor? Yoksa neden hâlâ yapılmadı?
NATO’dan Bağımsız Bir Siber Komutanlık: Lüks Değil, Zorunluluk
Bu yazı, NATO karşıtlığıyla değil, Türkiye’nin dijital bağımsızlığını savunmakla ilgilidir.
Çünkü artık savaş uçakları değil, elektrik direğine tırmanan bir robot görmesek bile evlerimizdeki internete bağlanabilen temizlik robotlarıyla şehirler felç edilebilir.
Siber savaş; sadece kodla değil, algoritmaların beden bulmuş haliyle, yani fiziksel olarak karşımıza çıkıyor. Ve bu işler öyle Pensilvanya’da “başarı bursu” alıp, hazır teknolojilere “yerli” etiketi yapıştıran parlatılmış çocukların çözeceği işler değil. Bu işler; toprağını seven, “devlet ebed müddet” ilkesini kod satırına işleyen adamların işidir. Özgeçmişte “MIT mezunu” yazmakla değil, göğsünde Ay Yıldız taşıyan sistemleri kurmakla olur bu iş.
Son Söz: İlim Malumuna Tâbidir
Bugün artık herkes biliyor ki savaş, sadece silahla değil, algoritmayla da veriliyor.
Ama Türk Milletinin gençliği de, hafızası da diri.
Milli İstihbarat Akademisi başta olmak üzere pek çok kurumda,
siber istihbarattan yapay zekâya, otonom sistemlerden dijital savunmaya uzanan yepyeni bir çağ kuruluyor.
Ve Türk gençliği bu çağda sadece izleyen değil,
yön veren, öncülük eden tarafta yer alıyor.